DANIŞTAY KARARLARI
Bakanlar Kurulu Kararının İptali İsteminin Reddi
T.C. DANIŞTAY
İdari Dava Daireleri Kurulu
Esas: 2009/1936
Karar: 2012/500
Karar Tarihi: 19.04.2012
Ülkenin doğal kaynaklarından olan madenlerin işletilmesinin ve bu amaçla gerekli olan taşınmazların kamulaştırmasının kamu yararına olduğundan hareketle Bakanlar Kurulu Kararının İptali İsteminin Reddi
ÖZET: Daire kararında, altın madeninin ülke ekonomisine sağlayacağı ciddi ölçüdeki katkı, işletmenin bir an önce tam kapasite ile faaliyete geçmesi ve kesintisiz olarak üretimin gerçekleştirilmesi, mevcut ekonomik yapı, madencilik sektöründeki koşullardan bahsedilerek acele kamulaştırma yapılmasında kamu yararı bulunduğu sonucuna varılmış ise de; ülkenin doğal kaynaklarından olan madenlerin işletilmesinin ve bu amaçla gerekli olan taşınmazların kamulaştırılmasının kamu yararına olduğu ve kamulaştırmanın yapılabileceği konusunda uyuşmazlık bulunmadığı, ancak, yukarıda açıklandığı gibi, söz konusu kamu yararının sağlanması için, özel koşulları oluşmayan acele kamulaştırmanın uygulanmayacağı dikkate alındığında, Daire kararında varılan sonuca katılmaya olanak görülmemiştir. Bu durumda, dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.
(2942 S. K. m. 10, 15, 14, 27) (2709 S. K. m. 13, 35, 36, 168) (3213 S. K. m. 46) (2577 S. K. m. 31) (6100 S. K. m. 66, 447, 450)
İstemin Özeti: Danıştay Altıncı Dairesi'nin 24.6.2009 günlü, E:2008/722, K:2009/7732 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması davacı ve davalı idareler yanında davaya katılma isteminde bulunan İzsu Genel Müdürlüğü tarafından istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Danıştay Altıncı Dairesi'nce verilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve temyiz dilekçesinde öne sürülen nedenlerin, kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Burakhan Melikoğlu'nun Düşüncesi: Davalı idareler yanında davaya katılma isteminde bulunan İzsu Genel Müdürlüğünün temyiz isteminin reddi; davacı temyiz isteminin ise kabulü ile kararın bozulması gerekeceği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı M. İclal Kutucu'nun Düşüncesi: Danıştay Altıncı Dairesinin 24.6.2009 günlü K:2009/7732 sayılı kararında yazılı savcı düşüncesi uyarınca davacının temyiz isteminin kabulü ile temyiz konusu daire kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Dava; davacının maliki olduğu İzmir İli, Menderes İlçesi, Efemçukuru Köyünde bulunan parselin, İR:5419 sayılı maden (altın) sahasında kaldığından, ruhsat sahibi Şirket tarafından üretim faaliyetlerinde bulunulması, tesis kurulması ve sağlık koruma bandı oluşturulması amacıyla, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 27. maddesine göre acele kamulaştırılmasına ilişkin 3.1.2008 günlü, 26745 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu'nun 10.12.2007 günlü, 2007/12974 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.
Danıştay Altıncı Dairesi 24.6.2009 günlü, E:2008/722, K:2009/7732 sayılı kararıyla, Anayasanın 168. maddesi ve 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 46. maddesine yer verdikten sonra, bu maddelerin temel amacının, kamusal ya da özel girişim ayırımı yapılmaksızın, doğal servetler ve kaynaklardan olan madenlerin, ekonomik kurallara dayalı olarak hızlı ve verimli şekilde yararlanılabilir değerlere dönüştürülmesi ve ulusal gelire yeterince katkılarının sağlanması olduğu; Maden Kanunu'nun söz konusu maddesine göre özel şahıs lehine yapılacak kamulaştırmalarda 2942 sayılı Yasanın acele kamulaştırmayı içeren 27. maddesi de dahil tüm hükümlerinin uygulanmasının öngörüldüğü; diğer yandan Anayasanın, madenin aranması ve bulunduğu yerde çıkarılması faaliyetini kamu hizmeti olarak kabul etmek suretiyle kamu yararına bir faaliyet olarak gördüğü ve özel mülkiyete göre öncelik verdiği; bu bağlamda, madencilik faaliyetlerinin yapılması amacıyla, 2942 sayılı Yasa uyarınca yapılacak kamulaştırmalarda aranılacak yasal unsurun, kamulaştırma faaliyetinin kamu yararına olup olmadığının belirlenmesi olduğu, ancak yasada kamunun uğraması muhtemel zararın neler olduğunun saptanması yolunda bir zorunluluğa yer verilmediği; uyuşmazlık konusu olayda, altın madeninin, ekonomik kurallara dayalı olarak hızlı ve verimli bir şekilde yararlanılabilir değerlere dönüştürülmesi ve ulusal gelire etkin biçimde katkısının sağlanması, bu doğrultuda ülke ekonomisini güçlendirip kamusal hizmetlere akacak kaynakları zenginleştirme yolundaki yasal amacın gerçekleştirilmesine dönük olarak altın madeni sahasında yer alan üretim alanı, tesis inşaası ve sağlık koruma bandı için gerekli olduğu tespit edilen şahıslara ait taşınmazların kamulaştırılmasında kamu yararı bulunduğu; proje için gerekli kamulaştırma aşamasında, altın madeninin ülke ekonomisine sağlayacağı ciddi ölçüdeki katkı, işletmenin bir an önce tam kapasite ile faaliyete geçmesi ve kesintisiz olarak üretimin gerçekleştirilmesi, mevcut ekonomik yapı, madencilik sektöründeki koşullar, üretim alanı ve projeye özgü durumlar da Bakanlar Kurulunca göz önünde tutularak tesisin faaliyet alanı ve sağlık koruma bandı için belirlenen alan içerisinde kalan parselin acele şekilde kamulaştırılmasına karar verilmesinde, işlemin sebep unsuru yönünden hukuka aykırılık görülmediği, kamu yararı bulunan ve acele kamulaştırma yoluna gidilen uyuşmazlık kapsamında, yasanın öngörmediği, kamunun uğraması muhtemel zararların neler olduğunun ortaya konulamaması ve kamu düzeninin ne şekilde bozulacağının açıklanamaması durumunun incelemeye konu edilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
Davacı, olayda, acele kamulaştırma koşullarının bulunmadığını ileri sürerek davanın reddi yolundaki esas kararı, davalı idareler yanında davaya katılma isteminde bulunan İzsu Genel Müdürlüğü ise davaya katılmakta hukuki yararlarının bulunduğunu öne sürerek davaya katılma istemlerinin reddine dair ara kararı ile birlikte esas hakkındaki kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedirler.
Davalı idareler yanında davaya katılma isteminde bulunan İzsu Genel Müdürlüğünün, davaya katılma isteminin reddine dair ara kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesi:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesi ile göndermede bulunulan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, 4.2.2011 günlü, 27836 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 450. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, anılan Yasa'nın 447. maddesinin 2. fıkrasında ise, mevzuatta yürürlükten kaldırılan 18.6.1927 günlü, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'na yapılan göndermelerin, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılacağı öngörülmüştür.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 66. maddesinde, üçüncü kişilerin, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla müdahil olarak davada yer alabilecekleri hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda, davaya katılma istemlerinin reddine dair ara kararlarının temyizinin olanaklı olup olmadığı yolunda açık bir düzenleme olmadığından öncelikle bu hususun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Yargılama usulü hukukuna göre, kural olarak, mahkemenin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran nihai kararların temyizi mümkündür Dolayısıyla mahkemenin davadan elini çekmesi sonucunu doğurmayan ara kararlarının temyizi mümkün değildir. 2577 sayılı Yasada da temyizi mümkün olan ara karar türü bulunmamaktadır.
Diğer yandan, ara kararlarının dava devam ederken, tek başlarına temyiz edilmeleri hukuken olanaklı değil ise de, nihai kararla beraber temyiz edilmelerinin önünde hukuki bir engel bulunmadığı gibi, Anayasanın 36. maddesi ile güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün de gereğidir.
Bu bağlamda, bakılan davada olduğu gibi, davaya katılma isteminin reddine dair ara kararının da esas karar ile birlikte temyizi hukuken olanaklı olduğundan, davalı idareler yanında davaya katılma isteminde bulunan İzsu Genel Müdürlüğünün bu ara kararırla yönelik temyiz isteminin incelenmesi gerekmektedir.
İzsu Genel Müdürlüğü, uyuşmazlık konusu olan altın madeni sahasının bulunduğu havzada yapılması planlanan Çamlık İçme Suyu Barajının sularının, altın madeni işletmesinin atık sularıyla kirleneceğini öne sürerek davalı idareler yanında davaya katılma isteminde bulunmuş ise de, Danıştay Altıncı Dairesinin 12.1.2009 günlü ara kararıyla, İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü'nün dava konusu işleme karşı dava açma hakkı bulunduğu halde bu hakkını kullanmak yerine davacı yanında davaya katılma isteminde bulunamayacağı gerekçesiyle davaya katılma isteminin reddine karar vermiştir.
Ancak, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun <Dava Hakkı> başlıklı 14. maddesinde, kamulaştırma işlemlerine karşı, kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından, iştirak halinde veya müşterek mülkiyette ise paydaşlar tarafından dava açılabileceği vurgulanmış olduğundan, altın madeni sahasında acele kamulaştırılacak taşınmazı bulunmayan İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü'nün, davacının taşınmazının acele olarak kamulaştırılmasına dair işlemlerin iptali istemiyle dava açmasına hukuken olanak bulunmamaktadır.
Her ne kadar, Danıştayın yerleşik kararlarında, çevre, tarih ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını ilgilendiren konularda dava açma ehliyeti geniş yorumlanarak, özellikle yörede ikamet eden vatandaşların da dava açma ehliyetlerinin bulunduğunun kabul edildiği görülmekte ise de, kamulaştırma ve acele kamulaştırma işlemlerinin mülkiyet hakkına müdahale niteliğinde olmaları nedeniyle kamu yararını değil bireysel yararı ilgilendirdiği açıktır.
Bu itibarla, İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü'nün davaya katılma isteminin reddine dair ara kararı gerekçesinde hukuka uyarlık görülmemiş olup, İzsu Genel Müdürlüğünün davaya katılmasının hukuken olanaklı olup olmadığının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinde öngörülen koşullar çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir.
Anılan Kanunun 66. maddesi hükmü uyarınca, dava sonucunda verilecek hükmün, davanın taraflarından olmayan üçüncü kişinin hukuki durumunu etkileyebileceği durumlarda, hukuki yararın varlığı ve davaya katılma istemi kabul edilmelidir.
İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü'nün, altın madeni sahasında kamulaştırılacak taşınmazı bulunmadığına ve burada bulunan taşınmazlardan herhangi birinin paydaşı olmadığına göre, davacının taşınmazının acele kamulaştırılmasına ilişkin işleme karşı açılan davada verilecek olan hükmün anılan Genel Müdürlüğün hukuki durumunu etkileyecek nitelikte olmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu durumda, İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü'nün, Katılma isteminin reddine dair karara yönelik temyiz isteminin reddi gerekmektedir.
İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü'nün, katılma isteminin reddine dair karara yönelik temyiz isteminin reddine karar verildiğinden, esas karara yönelik temyiz isteminin ayrıca incelenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.
Davacının temyiz isteminin incelenmesi:
Anayasanın 168. maddesinde; <Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, Devletin gerçek ve tüzelkişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzelkişiler eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzelkişilerin uyması gereken şartlar ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir.> hükmü yer almaktadır.
3213 sayılı Maden Kanunu’nun 46. maddesine 5177 sayılı Yasanın 20. maddesiyle eklenen fıkralarda; <İşletme ruhsatı safhasında işletme faaliyetleri için gerekli olan özel mülkiyete konu taşınmazın, taraflarca anlaşma sağlanamaması ve işletme ruhsatı sahibinin talebi üzerine Bakanlıkça kamu yararı bulunduğuna karar verilmesi halinde kamulaştırılacağı, kamulaştırma işlemlerinin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre yapılacağı, bu husustaki masraflar ve kamulaştırma bedelinin işletme ruhsatı sahibi tarafından ödeneceği, kamulaştırılan taşınmazın, tapuya Hazine adına tescil edilip ruhsat hukuku devam ettiği sürece madencilik faaliyetlerinde kullanılmak üzere ruhsat sahibi adına tahsis edileceği, kamulaştırılan taşınmazın, maden işletme faaliyetleri için lüzum kalmadığının Bakanlıkça tespiti halinde, Kamulaştırma Kanununda öngörülen usul ve esaslara göre belirlenecek rayiç bedeli ödenmek kaydıyla kamulaştırılan yerin eski sahibine iade edileceği hususunun, ruhsat sahibi ve taşınmazın eski sahibine tebliğ edileceği, eski sahibinin taşınmazı altı ay içerisinde almak istememesi durumunda taşınmazın Hazineye kalacağı, tapu siciline konulan şerhlerin Bakanlığın müracaatı üzerine ayrıca mahkeme kararına gerek kalmadan silineceği> hükme bağlanmıştır.
Anılan hükümler ile, işletme ruhsatı safhasında işletme faaliyetleri için gerekli olan özel mülkiyete konu taşınmazın, taraflarca anlaşma sağlanamaması ve işletme ruhsatı sahibinin talebi üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca kamu yararı bulunduğuna karar verilmesi halinde kamulaştırılmasına olanak tanınmış olup, Maden Yasası ile kamulaştırma işlemleri konusunda 2942 sayılı Yasaya gönderme yapılmakla yetinilerek, bu hususa ilişkin ayrıca özel bir düzenleme yapılmamış olması nedeniyle özel şahıs lehine yapılacak olan kamulaştırmalarda acele kamulaştırmayı içeren 2942 sayılı Yasanın 27. maddesinin de uygulanabileceği açıktır.
2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun <Acele kamulaştırma> başlıklı 27. maddesinde; <3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın (Değişik ibare: 24.4.2001 - 4650/15 md.) 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına (Değişik ibare: 24.4.2001 - 4650/15 md.) 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.> kuralına yer verilmiştir.
Anayasa'nın 13. ve 35. madde hükümleri uyarınca mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla Anayasa'ya uygun olarak yasayla sınırlandırılması mümkündür. Ancak buna ilişkin düzenlemeler öncelikle kamu yararına dayanmalıdır. Buna göre, bir taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının kamulaştırma yolu ile kaldırılması (mülkiyetin el değiştirmesi) kamu yararının karşılanması zorunluluğunun özel mülkiyet hakkının korunmasından üstün tutulması şartına bağlıdır. Bu çerçevede, 2942 sayılı Yasanın 27. maddesi incelendiğinde, kamulaştırma işlemlerinde öngörülen yöntemlerin bir kısmının uygulanmayarak taşınmaza acele el konulabilmesi yolu istisnai olarak başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlendiğinden, madde hükmü ile acele kamulaştırmada olağan kamulaştırmaya oranla özel koşulların varlığı aranmış ve üç durumda acele kamulaştırma yolu ile taşınmaza el konulmasına olanak tanınmıştır. Bu koşullardan ikisi Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya özel kanunlarda öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olması halleri şeklinde açıkça sayılmak suretiyle üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasının gerçekleştirilmesi amacıyla acele kamulaştırma yoluna gidilebileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda üçüncü koşul olan aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar verilebilmesi için de kamu yararı ve kamu düzenine ilişkin olma halinin maddede yer alan diğer iki koşula paralel nitelik taşıması gerektiği açıktır. Nitekim anılan maddenin gerekçesinde de, acele ve istisnai hallerde, Kanunun önceki hükümlerine uyulmasının çeşitli sakıncalar yaratabileceği gibi, kamunun büyük zararlara uğramasının da muhtemel olabileceği belirtilerek maddede belirtilen şartların varlığına bağlı olarak kıymet takdiri dışındaki bazı kanuni işlemlerin sonraya bırakılarak, maddede öngörülen süre ve şekilde taşınmaza el konulması düzenlenmiştir.
Yukarıda yer verilen açıklamalar doğrultusunda, 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca yapılacak olan kamulaştırma işlemlerinde acele kamulaştırma yoluna başvurulabilmesi için, işletme sahibi özel girişimcinin yararının değil, belli süreli maden işletme çalışmaları konusunda gerçekleşecek olan kamu yararının karşılanması gereksiniminin, taşınmaz malikinin yararından üstün olması ve acelelik koşulunun kamu düzenine ilişkin olması gerekmektedir.
Değinilen kamu yararının ise, genel kamulaştırma usulü ile sağlanması amaçlanan kamu yararından farklı olarak, acele kamulaştırma yapılmasını gerektiren, aceleliği zorunlu kılan bir yarar olduğu açıktır.
İstisnai bir yöntem olan, acele kamulaştırmada, kamu düzenine ilişkin olan acelelik koşulunun bulunup bulunmadığının tespitinin ise, ancak, acele kamulaştırma yoluna gidilmediği takdirde kamunun uğraması muhtemel zararlarının neler olduğunun ortaya konulmasına bağlıdır.
Dosyanın incelenmesinden, İR:5419 sayılı maden ruhsatı sahibi olan müdahil şirket tarafından, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına yapılan başvuru ile, altın madeninin faaliyete geçirilebilmesi için işletme faaliyet alanı içinde kalan taşınmazların alımı aşamasına gelindiği, taşınmazların bir kısmının anlaşma yoluyla satın alındığı, madencilik faaliyetlerinin ancak madenin bulunduğu alanda gerçekleştirilebilme olanağının bulunduğu, faaliyet için alternatif bir alan belirlenmesinin ise mümkün olmadığı ve madencilik faaliyetlerinin kesintiye uğramamasını teminen anlaşma sağlanamayan taşınmazlara ilişkin olarak kamu yararı kararı verilmesi ve acele kamulaştırma işleminin tesisinin istenildiği, Bakanlıkça, düzenlenen rapora dayanılarak maden alanı içerisinde özel mülkiyete ait parsellerle ilgili olarak, mülk sahipleri ile anlaşma sağlanamayan uyuşmazlığa konu taşınmazın da bulunduğu parseller için 3213 sayılı Yasanın 46. maddesi uyarınca kamu yararı kararı verildiği ve 2942 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca acele kamulaştırma işlemi yapılması için Bakanlar Kurulu Kararı alınmak üzere Bakanlık Makamından onay alındığı ve ülke ekonomisine ciddi ölçüde katkı sağlayacak altın madeninin bir an evvel tam kapasite ile işletmeye alınması ve kesintisiz olarak üretimin sağlanabilmesi amacıyla üretim alanı, tesis inşası ve sağlık koruma bandı için gerekli olduğunun tespit edildiği belirtilerek, günümüz iş hayatında mevcut olan ekonomik ve ticari şartlar ile Efemçukuru projesinin özgün koşulları da dikkate alınarak teklifin iletildiği ve bu teklifin kabulü ile dava konusu işlemin 2942 sayılı Yasanın 27. maddesindeki <Aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar verilen> durum kapsamında tesis edildiği anlaşılmaktadır.
Dava konusu işlem ile, altın madeninin işletilerek, ekonomik kurallara dayalı olarak hız, yön ve verimlilik koşullarıyla yararlanılabilir değerlere dönüştürülmesi ve ulusal gelire yeterince katkı sağlanması, ulusal ekonominin güçlendirilip kamusal hizmetlere akacak kaynakların zenginleştirilmesi amacına yönelik olarak kamulaştırmada kamu yararı bulunduğuna karar verilerek acelelik kararı alınmış ise de, altın madenine ilişkin ruhsat ve işletme izninin 20.4.1999 yılında 10 yıl süre ile verildiği, bu tarihten itibaren anlaşma yolu ile satın alma işlemlerinin gerçekleştirildiği, ancak anlaşma sağlanamayan taşınmaz malikleri hakkında ruhsat süresi de gözönünde bulundurularak işlemin tesis edildiği, işletmenin biran önce faaliyete geçmesinin sadece ekonomik yarar yönünden irdelendiği, ancak acele kamulaştırma yoluna gidilmezse kamunun uğraması muhtemel zararlarının neler olduğunun ortaya konmadığı anlaşıldığından, 2942 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca olağan kamulaştırma usulü uygulanmaksızın taşınmaza el konulmasını gerektiren acelelik koşulunun gerçekleşmediği sonucuna varılmıştır.
Daire kararında, altın madeninin ülke ekonomisine sağlayacağı ciddi ölçüdeki katkı, işletmenin bir an önce tam kapasite ile faaliyete geçmesi ve kesintisiz olarak üretimin gerçekleştirilmesi, mevcut ekonomik yapı, madencilik sektöründeki koşullardan bahsedilerek acele kamulaştırma yapılmasında kamu yararı bulunduğu sonucuna varılmış ise de; ülkenin doğal kaynaklarından olan madenlerin işletilmesinin ve bu amaçla gerekli olan taşınmazların kamulaştırılmasının kamu yararına olduğu ve kamulaştırmanın yapılabileceği konusunda uyuşmazlık bulunmadığı, ancak, yukarıda açıklandığı gibi, söz konusu kamu yararının sağlanması için, özel koşulları oluşmayan acele kamulaştırmanın uygulanmayacağı dikkate alındığında, Daire kararında varılan sonuca katılmaya olanak görülmemiştir.
Bu durumda, dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, davalı idareler yanında davaya katılma isteminde bulunan İzsu Genel Müdürlüğünün, davaya katılma isteminin reddine dair ara kararına yönelik temyiz isteminin reddine; davacının temyiz isteminin kabulü ile Danıştay Altıncı Dairesi'nin 24.6.2009 günlü, E:2008/722, K:2009/7732 sayılı kararının BOZULMASINA, 19.04.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.
Başvuru Süresi Gösterilmeyen Ödeme Emirleri
T.C. DANIŞTAY
Vergi Dava Daireleri Kurulu
Esas: 2011/235
Karar: 2013/195
Karar Tarihi: 30.04.2013
Başvuru Süresi Gösterilmeyen Ödeme Emirleri
ÖZET: Başvuru süresi gösterilmeyen ödeme emirlerine ilişkin yazılı bildirim süreyi başlatmayacağı için davanın süresinde açılmadığından söz edilemeyeceğinden, temyiz istemine konu yapılan ısrar kararının, değinilen ödeme emirlerine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrası hukuka uygun görülmemiştir.
(2709 S. K. m. 40) (213 S. K. m. 3, 9, 10) (4721 S. K. m. 403, 421, 447, 448, 451, 452) (2577 S. K. m. 2) (6183 S. K. m. 55) (743 S. K. m. 355) (2576 S. K. m. 6) (ANY. MAH. 08.12.2004 T. 2004/84 E. 2004/124 K.)
İstemin Özeti: Davacının vergi borçlarının tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emirleri ile mükellefiyetin iptali istemiyle dava açılmıştır.
Davayı inceleyen Ankara 4. Vergi Mahkemesi, 15.01.2008 günlü ve E:2006/1242, K:2008/23 sayılı kararıyla; 03.12.2005 günlü ve 19644 ila 19652 sayılı ödeme emirlerinin 19.01.2006 tarihinde, 08.12.2005 günlü ve 19643, 20950,20958 ila 20961 sayılı ödeme emirlerinin de 24.02.2006 tarihinde aynı zamanda davacının vasisi de olan eşine tebliğ edilmiş olmalarına rağmen dava süreleri geçirilerek ilk defa 11.05.2007 tarihinde davaya konu yapıldıklarından, bu ödeme emirlerine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddi gerektiği, 20.06.2006 günü davacının kendisine tebliğ edilen 27.05.2003 günlü ve 5242 ve 5327 sayılı, 28.05.2003 günlü ve 5409 ve 5514 sayılı, 29.5.2003 günlü ve 5765 ila 5770 sayılı, 08.06.2004 günlü ve 5709 ila 5715 sayılı, 15.01.2005 günlü ve 6423 sayılı ödeme emirlerinin muhteviyatının davacının işe başladığı tarihten işi bıraktığı 31.12.2003 tarihine kadar beyan ettiği gelir vergisi, katma değer vergisi, geçici vergi ve bunların gecikme zamlarından oluştuğu; aynı gün kendisine tebliğ edilen 19.04.2005 günlü ve 11549 sayılı ödeme emrinin, davacının pişmanlık talebiyle Temmuz-Eylül 2003 dönemi için verdiği geçici vergi beyannamesi üzerinden pişmanlık şartlarını kaybetmesi nedeniyle uygulanan gecikme faizine ilişkin olduğu; yine kendisine aynı gün tebliğ edilen 13.01.2005 günlü ve 6042 sayılı ödeme emrinin ise, davacının işi bırakması nedeniyle iptal edilmesi gereken belgelerin ibrazı için yazılan yazının bilinen adresinde yengesine tebliğ edilmesine rağmen belgelerinin ibraz edilmemesi üzerine kesilen ve 24.05.2004 günlü ve 8050 sayılı ihbarnameyle bizzat davacının kendisine tebliğ edilen özel usulsüzlük cezasına ilişkin olduğu, bu ödeme emirlerinde 6183 sayılı Kanun’un ödeme emirleri için öngördüğü özel dava süresi belirtilmediğinden ve genel dava süresinde açıldığından dava süresinde kabul edilerek işin esasına geçildiği, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 9'uncu ve 10'uncu maddesine değindikten sonra 4721 sayılı Medeni Kanunun 403'üncü maddesinin 1'inci fıkrası, 421'inci, 447'nci, 448'inci ve 451'inci maddeleri ile 452'nci maddesinin 2'nci fıkrasında yer alan hükümleriyle, kısıtlanan kişinin menfaatlerini korumak ve hukuki işlemlerinde temsil etmek yükümlülüğü bulunan vasiye, kısıtlının ayırt etme gücüyle orantılı olarak yükümlülük altına girmesine örtülü olarak izin verebileceğinin kabul edilmesi ve hatta vasi tarafından izin verilmemiş olsa dahi kısıtlı olan kişi, tutum ve davranışlarıyla (ayırt etme gücüyle) fiil ehliyetine sahip olduğu hususunda muhatabını inandırmış ise muhatabının zararından sorumlu tutulması karşısında; kendisine vasi tayin edilen bir kişinin vergi mükellefiyetini doğuran herhangi bir faaliyetine vasi ya da vesayet makamınca izin verilmemiş olmasını, 213 sayılı Kanun’un 3'üncü maddesiyle getirilen vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu kuralı ve aynı Kanunun yukarda yer verilen hükümleri uyarınca mükellef kılınmasına engel bir durum olarak kabul edilmemesi gerektiği, vesayet altındaki davacı tarafından, mükellefiyet tesis ettirilerek ticari muamelelerin vergi mevzuatına ilişkin hükümlerinin yerine getirilebildiği, hatta aynı iş dalında şirket ortağı olabildiği, emekli maaşını vesayet altında olmasına rağmen kendisinin alabilmesine izin verildiği, banka şubesinin kısıtlılık kararından haberdar olmadığı, 20.06.2006 tarihinde davacıya tebliğ edilmiş (11549 ve 6042 sayılı ödeme emirleri hariç) ödeme emirlerine konu borçların tamamının davalı idarenin resen yaptığı işlemlerden kaynaklanmadığı, davacının bizzat kendisinin tutum ve davranışlarıyla sergilediği ayırt etme kabiliyetiyle tesis ettirdiği mükellefiyet nedeniyle verdiği beyannameler üzerinden doğdukları, dolayısıyla vasinin haberdar edilmesi gerekli borç değil örtülü şekilde muvafakat verdiği serbestlik çerçevesindeki tutum ve davranışlarla meydana gelen ve bu nedenle haberdar olması gereken borç olduğu anlaşıldığından, vadesinde ödenmeyen söz konusu borçların, doğrudan ödeme emriyle davacının mal varlığından aranmasında hukuka aykırılık görülmediği, pişmanlık hükümlerinden faydalanmak talebiyle verilmesine rağmen, pişmanlık hükümlerine uyulmaması nedeniyle vergi ziyaı cezalı olarak tarh edilen Temmuz-Eylül 2003 dönemine ait geçici vergi davacının beyan ettiği matrah üzerinden tarh ve tahakkuk ettirilmesi ve tahakkuk eden bu vergi için kesilen vergi ziyaı cezasına ilişkin ödeme emrinin, davacının vasisi olan eşine tebliğ edildiği halde süresinde dava edilmemesi karşısında, bu verginin aslına ait gecikme faizinin de tahakkuk ettiğinin kabulü gerekeceğinden tahsili için düzenlenen 19.04.2005 günlü ve 11549 sayılı ödeme emrinde de hukuka aykırılık görülmediği, davacı hakkında vasilik kararı var ve özel usulsüzlük cezası resen yapılmış bir işlem ise de, davacının işi bırakması nedeniyle iptal edilmesi gereken belgelerin ibrazı için yazılan yazının bilinen adresinde yengesine tebliğ edilmesi, bu adresin vasinin de adresi olması ve 14.04.2004 tarihinden sonra davalı idareye vasi tayin edildiğinin bildirilmemesi karşısında, bu cezaya ilişkin ihbarnamenin vasinin bilgisi dahilinde davacıya tebliğ edildiğinin kabulü zorunlu olacağından vadesinde ödenmemesi nedeniyle düzenlenen 13.01.2005 günlü ve 6042 sayılı ödeme emrinde hukuka aykırılık görülmediği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2'nci maddesinin 1'inci ve 2'nci fıkralarına göre hukuki etkisini devam ettire gelen bir durumla ilgili iptal davasından ve bu dava nedeniyle yapılacak yargılama neticesinde verilecek iptal kararından söz edilebilmesi için, konuyla ilgili olarak davacının menfaatini ihlal eden bir işlemin bulunması gerektiği, davacının 27.03.2002 tarihinden itibaren toptan kağıt ve temizlik maddesi ticareti yapmak üzere tesis ettirdiği ve 31.12.2003 tarihi itibarıyla sona eren mükellefiyetinin ihtilaflı dönemler bakımından da silinmesi için davalı idareye her hangi bir başvuru yapılmadan ve bu konuda yazılı ya da zımnen tesis edilmiş menfaati ihlal eden işlem tesis ettirilmeden, mükellefiyet hakkında idari işlem niteliğinde bir yargı kararı verilmesine olanak bulunmadığından davanın bu kısmının incelenemeyeceği gerekçesiyle davayı kısmen süre aşımı, kısmen incelenmeksizin, kısmen de esastan reddetmiştir.
Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dördüncü Dairesi, 15.06.2010 günlü ve E:2008/5680, K:2010/3656 sayılı kararıyla; vergi mahkemesince; bir kısım ödeme emirlerine karşı 11.05.2007 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle dava reddedilmiş ise de; Anayasanın 40'ıncı maddesine, 4709 sayılı Kanun’un 16'ncı maddesiyle eklenen ikinci fıkrasına göre bireylerin, yargı ya da idari makamlar önünde Anayasal bir hak olan <hak arama hürriyetlerini> kullanabilmelerini sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla, Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamların gösterilmesi, ayrıca söz konusu başvurunun süresinin de belirtilmesinin anayasal zorunluluk olduğu, bu bağlamda, Devletin bir kurumu olan vergi dairesi tarafından düzenlenen ödeme emrinde de, ödeme emrine karşı başvurulacak kanun yolu veya varsa idari makamın ve başvuru sürelerinin gösterilmesinin zorunlu olduğu, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 55 ve 58'inci maddeleri ve 2576 sayılı Kanun’un 13'üncü maddesinin birlikte değerlendirilmesinden; Anayasanın yukarıda değinilen 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrası hükmüne uyularak düzenlenmiş olmak koşuluyla, bir ödeme emri tebliği üzerine dava açma süresinin yedi gün olduğunda tereddüt bulunmadığı, Anayasanın emredici kuralına rağmen, 6183 sayılı Yasa’nın 55'inci maddesinde bir ödeme emrinde bulunacak açıklamalar veya ibareler arasında ödeme emrine karşı yapılacak başvuru yeri ve süresinin gösterilmemiş olmasının, Anayasanın doğrudan uygulanabilirliği tartışması yapılmasını zorunlu hale getirdiği, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrası, ayrı bir yasal düzenlemeyi gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelikte bir kural olduğundan, öncelikle uygulanma zorunluluğu bulunduğu, nitekim Anayasa Mahkemesinin 08.12.2004 günlü ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında da bu hususun belirtildiği, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idari makamların ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari merciler ve kanun yolları ile sürelerinin belirtilmesi gerektiği, özel yasasında yer alan düzenleme gereği tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde dava açılması gereken ödeme emirlerinde bu bilgiye yer verilmediğinden, açılan davada, değinilen Anayasa hükmü nedeniyle dava açma süresinin geçirildiğinden söz edilemeyeceği, davacı …'nun kronik şizofreni hastası olduğu, hastalığın Ankara Numune Hastanesinin 27.05.1996 günlü ve 9729 sayılı Sağlık Kurulunun Raporuyla tespit edildiği, Ankara 3.Sulh Hukuk Mahkemesinin 26.6.1996 tarih ve E:1996/376, K:1996/595 sayılı kararıyla da uyuşmazlık döneminde yürürlükte olan 743 sayılı Türk Medeni Kanununun 355'inci maddesi uyarınca vesayet altına alındığı ve eşi …'nun kendisine vasi tayin edildiği anlaşıldığından ve kronik şizofreni hastalığı nedeniyle davacının kendisini bağlayacak ve borçlandıracak şekilde ticari faaliyette bulunma ve medeni haklarını kullanma yönünden vesayet altında olması nedeniyle, davacı adına vergi tahakkuk ettirilmesinde ve bu vergilerin ödenmediği ileri sürülerek ödeme emri düzenlenmesinde hukuka uyarlık görülmediğinden, davanın 5242, 5327, 5409, 5514, 5765 ila 5770, 5709 ila 5715, 6423, 11549 ve 6042 sayılı ödeme emirlerinin reddine ilişkin hüküm fıkrasında yasal isabet bulunmadığı, vergi dairelerinin idari işlevleriyle ilgili olarak vergi hukuku alanında tesis ettikleri, doğrudan uygulanabilir nitelikte, yükümlünün menfaatini doğrudan etkileyen ve onların hukuki statülerinde, hak ve yükümlülüklerinde değişiklik veya yenilik yaratan irade açıklamalarına karşı açılan davaların görülüp çözümlenmesi görevi 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 6'ncı maddesinin (a) bendi hükmü gereği vergi mahkemelerine ait olduğundan, idarenin tarh, tahakkuk ve tahsil dışında kalan ancak idari işlem niteliğinde olduğundan kuşku duyulmayacak işlemlerinin davaya konu edilemeyeceklerinin kabulü mümkün görülmediği, davacı adına mükellefiyet tesis edilmiş olması, davacıya defter tasdik ettirip, tutmak, fatura bastırıp kullanmak ve beyanname vermek gibi Kanunda gerçek usulde vergilendirilen mükellefler için öngörülmüş ve aksi uygulamalarının ceza ile müeyyidelendirilmiş görev ve sorumluluklar yüklediğinden, mükellefiyetin davacının menfaatini olumsuz yönde etkileyen, idarenin tek yanlı ve kesin işlemi olarak nitelemek ve doğrudan iptal davasına konu edilebileceğini kabul etmek gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Ankara 4. Vergi Mahkemesi, 30.11.2010 günlü ve E:2010/2551, K:2010/2837 sayılı kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak; süre aşımı nedeniyle reddedilen ödeme emirlerine karşı açılan davanın gerek yedi günlük gerekse otuz günlük dava açma süreleri geçirilerek davaya konu yapıldığı gerekçesiyle ilk kararında ısrar etmiştir.
Israr kararı davacı tarafından temyiz edilmiş ve hastalığı nedeniyle medeni hakları kullanma hakkı elinden alındığı ve kısıtlı olduğundan, borçlardan sorumlu tutulamayacağı ileri sürülerek bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi: Murat GÜNGÖR
Düşüncesi: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, ısrar kararının dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından, istemin reddi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, tebligat işlemleri tamamlandığından yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmesine gerek görülmeyerek dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Davacının vergi borçlarının tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emirleri ile mükellefiyetin iptali istemiyle açılan davada; davayı kısmen süre aşımı, kısmen incelenmeksizin, kısmen de esastan reddine ilişkin vergi mahkemesi ısrar kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan ısrar kararının, mükellefiyetin iptali istemi yönünden davanın incelenmeksizin reddine ilişkin hüküm fıkrası aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın bu kısma ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir.
Temyiz edilen kararın; 27.05.2003 günlü ve 5242 ve 5327 sayılı, 28.05.2003 günlü ve 5409 ve 5514 sayılı, 29.05.2003 günlü ve 5765 ila 5770 sayılı, 08.06.2004 günlü ve 5709 ila 5715 sayılı, 15.01.2005 günlü ve 6423 sayılı, 19.04.2005 günlü ve 11549 sayılı ile 13.01.2005 günlü ve 6042 sayılı ödeme emirleri yönünden davanın reddi yolundaki ısrar hükmü aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bu yönden bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
Ancak, vergi mahkemesi kararının değinilen hüküm fıkrası, davacının vesayet altına alındığı ve eşi …'nun kendisine vasi tayin edildiği anlaşıldığından ve kronik şizofreni hastalığı nedeniyle davacının kendisini bağlayacak ve borçlandıracak şekilde ticari faaliyette bulunma ve medeni haklarını kullanma yönünden vesayet altında olması nedeniyle, davacı adına vergi tahakkuk ettirilmesinde ve bu vergilerin ödenmediği ileri sürülerek ödeme emri düzenlenmesinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle bozulmuş olduğundan, uyuşmazlığın esasına ilişkin temyiz incelemesi yapılmamış olup, bu incelemenin Kurulumuzca değil, ilk derece yargı yerince verilen kararları temyizen incelemekle görevli vergi dava dairesince yapılması gerekmektedir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın <Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü> başlıklı 11'inci maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; <Hak arama hürriyeti> başlıklı 36'ncı maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasanın <Temel hak ve hürriyetlerin korunması> başlıklı 40'ıncı maddesine, 4709 sayılı Kanun’un 16'ncı maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, <Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.> düzenlemesi yapılmıştır. Bu ek fıkranın gerekçesinde değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama; hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk haline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasanın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Anayasa Mahkemesinin 18.10.2003 günlü ve E.2003/67, K.2003/88 sayılı kararında; hukukun üstünlüğünün egemen olduğu ve bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanmasının, hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesi zorunlu koşullarından olduğu ve hukuki güvenliğin, statü hukukuna ilişkin düzenlemelerde istikrar, belirlilik ve öngörülebilirlik göz önünde bulundurularak, açık ve belirgin hukuk kuralları yürürlüğe koyup, uygulayarak sağlanacağı şeklinde ifade edilmiştir. Bu bağlamda, Devletin bir kurumu olan gümrük idaresinin de kurduğu idari işlemlerde; işleme karşı başvurulacak kanun yolunu, idari mercii ve başvuru süresini göstermesi gerekmekte olup, bu gereklilik, ilgili makamların takdirinde olmayıp, en üst hukuki norm olan Anayasanın bağlayıcılığının zorunlu bir sonucudur. Diğer yönden, uygulama yasalarında bu zorunluluğu öngören bir düzenleme bulunmayan durumlarda, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanabilirliği sorunu yönünden de değerlendirilme yapılması gereklidir. Bilindiği gibi Anayasa kuralları, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarihinde verdiği E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Yasa’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasanın 40'ıncı maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari veya yargı mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesi zorunludur.
Her ne kadar, 19.01.2006 ve 24.02.2006 tarihlerinde tebliğ edilen 03.12.2005 günlü ve 19644 ila 19652 sayılı ile 08.12.2005 günlü ve 19643, 20950, 20958 ila 20961 sayılı ödeme emirlerinin iptali istemiyle 11.05.2007 tarihinde açılan davanın bu ödeme emirlerine ilişkin kısmı, gerek yedi günlük gerekse otuz günlük dava süreleri geçirildikten sonra açılması nedeniyle süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle reddedilmişse de, dosyada bulunan ödeme emirlerinde, bu işleme karşı başvurulacak yargı mercii veya idari makam gösterilmesine karşın başvuru süresinin gösterilmediği saptanmaktadır. Bu durum, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasına ilişkin gerekçede belirtildiği gibi son derece karışık olan mevzuat karşısında bireylerin yargı yeri ve idari makamlar önünde haklarını sonuna kadar arayabilmelerini olanaklı kılmak amacıyla öngörülen zorunluluğa aykırı ve dolayısıyla, Anayasanın 36'ncı maddesinde öngörülen hak arama hürriyetini sınırlayıcı bir sonuç doğurmuş ve Anayasanın temel hak ve hürriyetlerin korunmasını düzenleyen 40'ıncı maddesine açıkça aykırılık yaratmıştır.
Başvuru süresi gösterilmeyen ödeme emirlerine ilişkin yazılı bildirim süreyi başlatmayacağı için davanın süresinde açılmadığından söz edilemeyeceğinden, temyiz istemine konu yapılan ısrar kararının, değinilen ödeme emirlerine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrası hukuka uygun görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kısmen kabulüyle Ankara 4. Vergi Mahkemesinin, 30.11.2010 günlü ve E:2010/2551, K:2010/2837 sayılı ısrar kararının; 03.12.2005 günlü ve 19644 ila 19652 sayılı ile 08.12.2005 günlü ve 19643, 20950, 20958 ila 20961 sayılı ödeme emirlerine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, mükellefiyetin iptali istemi yönünden davanın incelenmeksizin reddine ilişkin hüküm fıkrasına yöneltilen temyiz isteminin reddine, 27.5.2003 günlü ve 5242 ve 5327 sayılı, 28.05.2003 günlü ve 5409 ve 5514 sayılı, 29.05.2003 günlü ve 5765 ila 5770 sayılı, 08.06.2004 günlü ve 5709 ila 5715 sayılı, 15.01.2005 günlü ve 6423 sayılı, 19.04.2005 günlü ve 11549 sayılı ile 13.01.2005 günlü ve 6042 sayılı ödeme emirleri yönünden davanın reddi yolundaki ısrar hükmüne yöneltilen temyiz isteminin reddine, kararın, davanın bu kısmının reddine ilişkin hüküm fıkrası temyizen incelenmek üzere dosyanın Danıştay Dördüncü Dairesine gönderilmesine, 30.04.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
X- Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar ısrar kararının, 03.12.2005 günlü ve 19644 ila 19652 sayılı ile 08.12.2005 günlü ve 19643, 20950, 20958 ila 20961 sayılı ödeme emirlerine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından istemin reddi gerektiği oyu ile kararın bozma hükmüne katılmıyoruz.
KARŞI OY
XX- Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar ısrar kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından istemin reddi gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.
KARŞI OY
XXX- Temyiz isteminin kabulüyle, ısrar kararının Danıştay Dördüncü Dairesinin bozma kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca bozulması gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.
Büyükşehir Belediyesine Ait Taşınmazın Meslek Yüksekokuluna Devri İstemi
T.C. Danıştay
1.Dairesi
Esas: 2013/1210
Karar: 2013/1120
Karar Tarihi: 24.09.2013
Büyükşehir Belediyesine ait taşınmazın meslek yüksekokuluna devri istemi
ÖZET: Yükseköğretim Kanununun ilgili maddesine eklenen fıkra dikkate alındığında, vakıf yükseköğretim kurumları, eğitim-öğretim gibi kamusal bir görev için olsa dahi özel mülkiyete konu bir taşınmazı kamulaştırma yoluyla edinemeyeceklerdir. Dolayısıyla, kamu yararı söz konusu olduğunda özel mülkiyete konu bir taşınmazı dahi yasa gereği kamulaştırma imkanı bulunmayan bir vakıf yükseköğretim kurumunun, zaten bir kamu hizmeti için işlevlendirilmiş olan başka bir kamu tüzel kişisine ait taşınmazı devir alabileceğini söylemek, yasa koyucunun amacına da aykırı olacaktır. Açıklanan nedenlerle istemin reddi gerekmiştir.
(2709 S. K. m. 130) (2942 S. K. m. 8, 30) (2547 S. K. Ek. m. 2, 7) (2004 S. K. m. 82) (YHGK. 26.02.2003 T. 2003/12-116 E. 2003/111 K.) (ANY. MAH. 30.05.1990 T. 1990/2 E. 1990/10 K.) (1. DD. 10.11.1997 T. 1997/43 E. 1997/144 K.)
Plato Meslek Yüksekokulu ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında çıkan uyuşmazlığın 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 30’uncu maddesi hükmüne göre çözümlenmesi isteğine ilişkin Plato Meslek Yüksekokulu vekili Av. …'in tarihsiz dilekçesinde aynen;
<1- Müvekkil İdare 2547 Sayılı Kanun ek 2. maddesi atfıyla 27.4.2009 tarih ve 2721 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 2009/14944 sayı ve 21.4.2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla kurularak kamu tüzel kişiliğini kazanmış bir yükseköğretim kurumudur. Yürütmekte olunan yükseköğretim hizmetinin sağlıklı ve düzenli bir biçimde sürdürülebilmesi ve süregiden bir hizmet olması nedeniyle gelecekte de düzenli bir şekilde yürütülebilmesinin temini için Müvekkil idarenin eğitim binası ihtiyacı hasıl olmuştur.
2- Müvekkil idarenin kampüsü Ayvansaray Mahallesi, Fatih İlçesi'nde bulunmakta olup, her yıl Yükseköğretim Kurumu tarafından yaklaşık olarak 1000-1500 ilave kontenjan tanınmakta ve eğitim verdiği öğrenci sayısı da düzenli olarak artmaktadır. Müvekkil idarenin temel hedeflerinden birisi de birbirine yakın ve şehir içindeki kampüs binalarında hizmet vererek, eğitim alan öğrencilerinin şehrin bu eski mahallesiyle hem hal olmasının temini ve şehirle barışık bir eğitimin verilebilmesidir. Müvekkil kurum sur içinde, tarihi şehirle bütünleşik, tarihi eserlerin ihyası ve imarının yanı sıra tekrar kültür, eğitim ve sanat hayatına kazandırılmasını amaçlayan bir eğitim politikasına sahiptir.
3- Davalı idare mülkiyetindeki Fatih İlçesi, Yedikule Mahallesi … Ada … Parselde kain taşınmaz sur içinde geniş alana yayılan bununla birlikte yaklaşık 60 yıldır her hangi bir şekilde kullanılmayan ve toplumun faydalanmasına kapalı bir alandır. Uzun yıllardan bu yana bu büyük taşınmaz üzerinde sadece eski ve hurda otobüsler durmaktadır. Halbuki taşınmaz içerisinde tescilli tarihi eserler ve sanayi tarihimizin nadide bir parçası olan bir gazhane mevcuttur. Bu gazhanenin ve diğer tescilli tarihi eserlerin ihya ve imarı ile, topluma kazandırılması amacıyla Müvekkil kurum tarafından ekteki mimari proje ve kampüs planı hazırlatılmıştır. Kampus alanı ve mimari projede, taşınmaz içerisindeki tüm bina ve yapıların aynen, imar ve ihyayla korunduğu taşınmazda ilave her hangi bir inşaatın planlanmadığı görülebilir. (Ek 1: Mimari taslak çizimler ve avan proje)
4- İlaveten bahse konu taşınmaz Davalı idare tarafından da turizm kültür alanına alınmıştır. Müvekkil Kurum, Taşınmaz üzerinde 7000 öğrencinin kullanacağı, aynı zamanda tüm vatandaşlara da açık bir kampüs planlamaktadır. Bunun yanı sıra taşınmaz içerisinde, müvekkil kurumun uygulama oteli ve turizm bölümleri açılacak olup, böylece turizm işlevi de yerine getirilmiş olacaktır. Bunun yanı sıra taşınmaz içerisinde galeriler, konferans salonları, sanayi müzesi ve büyük bir şehir kütüphanesi de ekteki planda görüleceği üzere planlanmaktadır. (Ek 2: yerleşim planı ve m2 bazlı çalışma) Bu plandan da görüleceği üzere taşınmazın Müvekkil kurum tarafından iktisabı halinde hem müvekkil kurum, vermekte olduğu kamu hizmetini ihtiyaca uygun ve çağın gereksinimlerini karşılayacak şekilde görebilecek hem müvekkil kurumun ihtiyaç duyduğu kampüs ihtiyacı ortadan kalkacak hem de davalı idarenin yıllardan beri atıl vaziyette tuttuğu bu kültür ve sanayi mirası bir anda tüm toplumumuzun kullanımına açılmış olacaktır.
5- Taşınmazda ayrıca anıt ağaçlar ve tarihi bir bitki dokusu mevcut olup, taşınmaz yedikule bostanları olarak bilinen alanla da organik bir bağa sahiptir. Müvekkil Kurum'un gelecek yıllarda açmayı planladığı Ziraat Bölümleri için de buralarda uygulama alanları oluşturulması ve bir arboretum (canlı ağaç müzesi) yapılması planlanmaktadır. Tüm bu yapılaşma sadece ihya ve restorasyon yoluyla yapılacak olduğundan ilave bir inşaat planlanmamaktadır ve tarihi dokuyla uyumlu olarak yapılması birinci önceliktir. idarenin sürdürmekte olduğu yükseköğretim hizmeti açısından bu sayılan ihtiyaçların giderilebilmesi amacıyla Müvekkil İdare karar organı olan Mütevelli Heyeti 2013/06 nolu ve 7.5.201 tarihli kararını alarak, Davalı idareye başvurulmasına karar vermiş ve 10.5.2013 tarih/177 sayılı dilekçeyle Davalı idare mülkiyetindeki … Ada … Parselde kain yıllardan beridir atıl vaziyette bulunan taşınmazın Müvekkil idareye 2942 Sayılı Kanun 30. maddesi uyarınca devri için başvurulmuştur. Davalı idare ise 28.5.2013 tarih ve 99841 sayılı kararıyla her hangi somut neden göstermeksizin başvurumuzun reddine karar vermiştir.
6- Davalı İdarenin, … Ada … Parselde kain yıllardan beridir atıl vaziyette bulunan taşınmazın Müvekkil idareye devri için yapılan başvurunun reddi kararına karşı 2942 Sayılı Kanun 30. maddesi uyarınca Sayın Başkanlığınıza başvurulması zarureti doğmuştur. Taşınmazın başvurumuz tarihindeki fotoğraflarını işbu dilekçemiz ekinde sunmaktayız. Fotoğraflardan da görüleceği üzere taşınmaz tamamen atıl ve kullanılamaz halde olup, çevresi için de tehlike saçmaktadır. Davalı idareye yapılan başvuruda 2942 Sayılı kanun 30. maddesi atfıyla aynı kanun 8. maddesi uyarınca bir değer biçilmiş ve davalı idare tarafından taşınmaz için emlak vergisi değerine esas alınmak üzere belirlenen değer esas alınmıştır. Sayın Dairenizin devir talebimizi kabulü halinde, bedelde uzlaşılmaması durumunda 2942 Sayılı Kanun 30. maddesi ve atfıyla diğer maddeler uyarınca taşınmaz bedelinin belirleneceği şüphesiz olduğu gibi davalı idarenin de zaten bedele yönelik bir itirazı olmamış, bunun yerine davalı idarece talebin reddine karar verilmiştir.
7- Taşınmazın bulunduğu vaziyet de Müvekkil idare açısından önem arzetmemekte olup, Müvekkil idare taşınmaz üzerinde gerekli ihya tamir ve gerekmesi halinde inşaatı üstlendiğini Davalı idareye yaptığı başvuruda da ifade etmiştir. DANIŞTAY 1. DAİRE E.1997/43 K.1997/144 T. 10.11.1997 başta olmak üzere Daireniz ve Danıştay müstakar içtihadı, idareler arasında 2942 Sayılı Kanun 30. maddesi kapsamında yapılacak taşınmaz devirlerine ilişkin taleplerde talep eden ve talep olunan idarelerin ihtiyaç durumlarının esas alınarak karar verileceği yönünde şekillenmiştir. Gerek davalı idarenin cevabından gerekse de sunduğumuz fotoğraflardan görüleceği üzere davalı idare, taşınmazı yıllardır atıl vaziyette tutmakta olup, taşınmaza yönelik her hangi bir tasarrufu olmadığı gibi verdiği cevaptan da görüleceği üzere geleceğe yönelik de her hangi bir planlaması bulunmamaktadır. Buna mukabil Müvekkil idarenin taşınmaza olan ihtiyacı ortada olduğu gibi binanın Müvekkil idare kampüsüyle bütünlük arzetmesi ve taşınmazın atıl vaziyette oluşu nedeniyle asayiş tehlikesi oluşturması de taşınmaza müşahhas bir ihtiyacı ispatlanmaktadır. Bu nedenle de başvurumuzun kabulüyle taşınmazın Davalı idare mülkiyetindeki … Ada … Parselde kain yıllardan beridir atıl vaziyette bulunan taşınmazın Müvekkil idareye 2942 Sayılı Kanun 30. maddesi uyarınca devrini talep ederiz.
HUKUKİ SEBEP: 2942 Sayılı Kanun 30. Maddesi ve sair mevzuat
DELİLLERİMİZ:
Ek 1: Taşınmazda planlanan kampüsün mimari çizimleri ve avan proje
Ek 2: Taşınmazda planlanan kampüsün oturum planı
Ek 3: Dava konusu … Ada … Parselde kain taşınmazın fotoğrafları ve tarihine ilişkin belgeler,
(28 adet)
Ek 4: 2547 Sayılı Kanun ek 2. maddesi atfıyla 27.4.2009 tarih ve 2721 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 2009/14944 sayı ve 21.4.2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı
Ek 5: TC Plato Meslek Yüksek Okulu Mütevelli Heyeti 2013/06 nolu ve 7.5.201 tarihli kararı
Ek 6: T.C. Plato Meslek Yüksek Okulu 10.5.2013 tarih/177 sayılı davalı idareye başvuru dilekçesi
Ek 7: Davalı İdarenin 28.5.2013 tarih ve 99841 sayılı ret kararı
Bilirkişi ve keşif dahil her türlü yasal delail.
NETİCE VE TALEP:
Yukarıda açıklanan nedenler ve re'sen bulunacak diğer sebepler uyarınca 2942 Sayılı kanun 30. maddesi uyarınca devri talep olunan Davalı idare mülkiyetindeki Fatih İlçesi Yedikule Mahallesi'ndeki … Ada … Parselde kain atıl vaziyetteki taşınmazın Müvekkil idareye devrine karar verilmesini bilvekale arz ve talep ederiz> denilmekte olduğundan konu incelenerek;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü:
2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun <Bir idareye ait taşınmaz malın diğer idareye devri> başlıklı 30’uncu maddesinde, kamu tüzel kişilerinin ve kurumlarının sahip oldukları taşınmaz mal, kaynak veya irtifak haklarının diğer bir kamu tüzel kişisi veya kurumu tarafından kamulaştırılamayacağı, taşınmaz mala; kaynak veya irtifak hakkına ihtiyacı olan idarenin, 8’inci madde uyarınca bedeli tespit edeceği, bu bedel esas alınarak ödeyeceği bedeli de belirterek mal sahibi idareye yazılı olarak başvuracağı, mal sahibi idare devire muvafakat etmez veya altmış gün içinde cevap vermez ise anlaşmazlığın, alıcı idarenin başvurusu üzerine Danıştay ilgili idari dairesince incelenerek iki ay içinde kesin karara bağlanacağı hükümlerine yer verilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için öncelikle, vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının, 3.4.2013 tarih ve 6456 sayılı Kanunun 24’üncü maddesiyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun Ek-7’nci maddesine eklenen fıkra ile getirilen, <vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının kamulaştırma yoluyla taşınmaz edinemeyecekleri> yolundaki düzenleme karşısında başka bir kamu tüzelkişisine ait bir taşınmazın devrini, 2942 sayılı Yasanın 30 uncu maddesi kapsamında talep edip edemeyeceğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulabileceğini öngören Anayasanın 130’uncu maddesinin son fıkrasında, vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının, mali ve idari konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasada belirtilen hükümlere tabi olması öngörülmüştür.
Anılan hükümden anlaşılacağı üzere, vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının taşınmaz mal edinmesi mali bir konudur ve Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları ile aynı kurallara tabi olduğu söylenemez.
Anayasa Mahkemesinin 30.5.1990 tarih ve E:1990/2, K:1990/10 sayılı kararında da belirtildiği gibi, vakıfların yükseköğretim kurumları açmaları ile Devletin yükseköğretim kurumu açması arasında bir farklılık gözetilmemekte farklılığın yalnızca vakıfların mali ve idari yönden kendine özgü bir sistem içinde bulunmalarından kaynaklanmakta ve kurucusunun farklılığı nedeniyle ayrıcalıklı hükümlere bağlı kılınmakta olup, Devlet yükseköğretim kurumlarında kurucu <Devlet", vakıf yükseköğretim kurumlarında ise kurucu <vakıf"tır.
Anılan Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği gibi, vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının kamu tüzel kişiliğine sahip oldukları tartışmasızdır. Ancak, kamu tüzel kişiliğine sahip olmak, vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının da Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumlarının sahip olduğu mali hak ve yetkilere sahip olduğu anlamına gelmez. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.2.2003 tarih ve E:2003/12-116, K:2003/111 sayılı kararında, İcra ve İflas Kanununun 82/1’inci maddesindeki Devlet mallarının haczedilememesi kuralının, bir vakıf yükseköğretim kurumu için geçerli olmadığına karar vermiş, kararda, mallarının haczedilememesi için kamu tüzel kişiliğine sahip olmanın yeterli olmadığı açık bir yasa hükmü gerektiği vurgulanmıştır.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ilgili maddeleri incelendiğinde de görüleceği üzere, vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının mali konuları ve taşınmazları ile ilgili hak ve yükümlülüklerinin tadat edilerek belirlendiği, fakat bunların hiç birinde kamulaştırma yapabileceği ya da Kamulaştırma Kanununun 30’uncu maddesinde öngörülen usulün işletilebileceği yolunda düzenleme bulunmamaktadır.
Konuyla ilgili bu değerlendirmeler ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun Ek 7’nci maddesine eklenen fıkra dikkate alındığında, vakıf yükseköğretim kurumları, eğitim-öğretim gibi kamusal bir görev için olsa dahi özel mülkiyete konu bir taşınmazı kamulaştırma yoluyla edinemeyeceklerdir. Dolayısıyla, kamu yararı söz konusu olduğunda özel mülkiyete konu bir taşınmazı dahi yasa gereği kamulaştırma imkanı bulunmayan bir vakıf yükseköğretim kurumunun, zaten bir kamu hizmeti için işlevlendirilmiş olan başka bir kamu tüzel kişisine ait taşınmazı devir alabileceğini söylemek, yasa koyucunun amacına da aykırı olacaktır.
Açıklanan nedenlerle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aitFatih İlçesi, Yedikule Mahallesi, … ada, … parsel sayılı taşınmazın, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 30’uncu maddesi uyarınca Plato Meslek Yüksekokuluna devri isteminin incelenmeksizin reddine 24.09.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
X- 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun <Bir idareye ait taşınmazın malın diğer idareye devri başlıklı 30 uncu maddesinde, kamu tüzel kişilerinin ve kurumlarının sahip oldukları taşınmaz mal, kaynak veya irtifak haklarının diğer bir kamu tüzel kişisi veya kurumu tarafından kamulaştırılamayacağı, taşınmaz mala; kaynak veya irtifak hakkına ihtiyacı olan idarenin, 8’inci madde uyarınca bedeli tespit edeceği, bu bedel esas alınarak ödeyeceği bedeli de belirterek mal sahibi idareye yazılı olarak başvuracağı, mal sahibi idare devire muvafakat etmez veya altmış gün içinde cevap vermez ise anlaşmazlığın, alıcı idarenin başvurusu üzerine Danıştay ilgili idari dairesince incelenerek iki ay içinde kesin karara bağlanacağı hükümlerine yer verilmiştir.
Vakıflar tarafından kuruluna yükseköğretim kurumlarının 2942 sayılı Kanunun anılan 30’uncu maddesi kapsamındaki taleplerinin reddedilmesi üzerine daha önce ortaya çıkan uyuşmazlıkların esasları incelenerek, Dairemizin 16.3.2012 tarih ve E:2011/2224, K:2012/421, 29.3.2012 tarih ve E:2012/474, K:2012/526, 13.11.2012 tarih ve E:2012/1589, K:2012/1649, 15.9.2011 tarih ve E:2011/995, K:2011/1271 sayılı kararlarıyla sonuçlandırılmıştır. Dairemizin anılan kararlarında uygulanan mevzuat ile bu dosyada uygulanan mevzuat arasındaki yegane farklılık ise, 3.4.2013 tarihinde kabul edilen 6456 sayılı Kanunun 24’üncü maddesiyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun Ek-7’nci maddesine eklenen fıkradır. Bu ek fıkra hükmü ile vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının kamulaştırma yoluyla taşınmaz edinemeyecekleri öngörülmüştür. Dolayısıyla vakıf yükseköğretim kurumlarının, hangi ihtiyacının karşılanmasına yönelik olursa olsun, özel mülkiyete konu bir taşınmazı kamulaştırma yoluyla kendi mülkiyetlerine katma olanağı kalmamıştır.
Kamu yararı bulunduğu iddia edilse dahi, özel mülkiyete konu bir taşınmazı yasa gereği kamulaştırma imkanı bulunmayan bir vakıf yükseköğretim kurumunun, zaten bir kamu hizmeti için işlevlendirilmiş olan ve başka bir kamu tüzel kişisine ait bulunan taşınmazı devir alabileceğini söylemek, 6456 sayılı Kanunun 24’üncü maddesi bağlamında yasa koyucunun amacına aykırı olacaktır.
Açıklanan nedenlerle, kararın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına ait Fatih İlçesi, Yedikule Mahallesi, … ada, … parsel sayılı taşınmazın, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 30’uncu maddesi uyarınca Plato Meslek Yüksekokuluna devri isteminin incelenmeksizin reddine ilişkin hüküm kısmına katılıyorum. Ancak bu kararımızın gerekçesinin,
Yukarıda açıkladığım şekilde 6456 sayılı Kanunun 24’üncü maddesiyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun Ek-7’nci maddesine eklenen fıkra olması gerektiği ve sadece bu gerekçeyle karar verilmesi gerektiği görüşüyle çoğunluk kararına gerekçe yönünden katılmıyorum.
KARŞI OY
XX- 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun <Bir idareye ait taşınmaz malın diğer idareye devri> başlıklı 30’uncu maddesinde, kamu tüzel kişilerinin ve kurumlarının sahip oldukları taşınmaz mal, kaynak veya irtifak haklarının diğer bir kamu tüzel kişisi veya kurumu tarafından kamulaştırılamayacağı, taşınmaz mala; kaynak veya irtifak hakkına ihtiyacı olan idarenin, 8’inci madde uyarınca bedeli tespit edeceği, bu bedel esas alınarak ödeyeceği bedeli de belirterek mal sahibi idareye yazılı olarak başvuracağı, mal sahibi idare devire muvafakat etmez veya altmış gün içinde cevap vermez ise anlaşmazlığın, alıcı idarenin başvurusu üzerine Danıştay ilgili idari dairesince incelenerek iki ay içinde kesin karara bağlanacağı hükümlerine yer verilmiştir.
Devir talep eden Plato Meslek Yüksekokulunun kamu tüzel kişiliğini haiz olduğu ve anılan kuralın 2942 sayılı Kanunun 30’uncu maddesi uyarınca devir talebinde bulunabilmek için başkaca bir şart öngörmediği açıktır.
6456 sayılı Kanunun 24’üncü maddesiyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun Ek -7’nci maddesine eklenen fıkra ile vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının kamulaştırma yoluyla taşınmaz edinemeyecekleri öngörülmüştür. 2942 sayılı Kanunun 30’uncu maddesinde yer alan düzenleme ise, kamulaştırmadan tamamen farklıdır ve Kanunda aksi yönde açık düzenleme olmadığı sürece vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının Kanunun 30’uncu maddesinden yararlanma hakkının var olduğunun kabulü gerekir.
Kaldı ki, Dairemizin 16.3.2012 tarih ve E: 2011/2224, K: 2012/421, 29.3.2012 tarih ve E:2012/474, K:2012/526, 13.11.2012 tarih ve E:2012/1589, K:2012/1649, 15.9.2011 tarih ve E:2011/995, K:2011/1271 sayılı kararlarında da vakıf üniversiteleri 2942 sayılı Kanunun 30’uncu maddesi kapsamında kamu tüzel kişileri olarak değerlendirilmiş ve bu dosyalardaki uyuşmazlıkların esası hakkında kararlar verilmiştir.
Açıklanan nedenlerle işin esasının incelenmesi gerektiği gerekçesiyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Sendika ve Konfederasyonlar Üzerinde İnceleme ve Denetleme Yetkisinin Bulunup Bulunmadığı
T.C. DANIŞTAY
1.Dairesi
Esas: 1998/22
Karar: 1998/51
Karar Tarihi: 24.03.1998
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Sendika ve Konfederasyonlar Üzerinde İnceleme ve Denetleme Yetkisinin Bulunup Bulunmadığı
ÖZET: Sendikalar Kanunu'nda yer alan duyum, ihbar ve şikayetlere ilişkin olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na tanınan sendika ve konfederasyonlarla ilgili girişimde bulunma yetkisini inceleme yada denetleme yetkisi olarak kabul olanağı bulunmadığı, bakanlığın sadece bilgi sahibi olduğu duyum, ihbar ve şikayetleri, iş davalarına bakmakla yetkili ve görevli mahkemelere intikal ettirmesi gerektiği görüşüne varılmıştır.
(2821 S. K. m. 12, 47, 51, 53, 54, 55, 56) (3146 S. K. m. 2, 15) (1475 S. K. m. 88) (2709 S. K. m. 52) (2908 S. K. m. 45) (2443 S. K. m. 2) (3056 S. K. m. 20) (2575 S. K. m. 25) (ILO 87 Nolu Sözleşme - Sendika Özgürlüğüne Ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin Sözleşme m. 3)
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın sendika ve konfederasyonlar üzerinde inceleme ve denetleme yetkisinin bulunup bulunmadığı konusunda düşülen duraksamanın giderilmesi amacıyla istişari görüş istemine ilişkin Başbakanlığın 27.1.1998 günlü, Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün ... sayılı yazısı ekinde yer alan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın 21.1.1998 günlü ve Hukuk Müşavirliğinin ... (1997) ... sayılı yazısında aynen:
"Anayasanın "Sendikal faaliyet" başlıklı 52. maddesinin 3 üncü fıkrasının 23.7.1995 tarih ve 4121 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi ile yürürlükten kaldırılmasını müteakip, "Anayasaya Uyum" çalışmaları sonunda çıkarılan 28.6.1997 tarih, 4277 sayılı Yasa ile 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun bazı maddeleri değiştirilmiş ve devletin konfederasyonlar ve sendikalar üzerindeki idari ve mali denetimini öngören hükümler. Anayasa'nın kaldırılan 52. maddesi doğrultusunda yeniden düzenlenerek, 47 nci maddede yapılan değişiklikle konfederasyonlar ve sendikalar üzerinde devletin idari ve mali denetimi kaldırılmış, idari ve mali denetim yetkisi denetleme kurullarına veya denetçilere bırakılmıştır.
Diğer taraftan Sendikalar Kanunu'nun 53 ve 56. maddelerinde Bakanlığımıza, sendikaların işleyişleri ile ilgili olarak girişimde bulunma görevi verilmiştir, Bakanlığımızın bu görevi yerine getirebilmesi içinde sendikalar hakkında bilgilendirilmesi veya değerlendirilecek bir bilginin olması gerekmektedir. Aksi halde Bakanlığımız ile sendikalar arasında bir kopukluk meydana gelecek ve sendikalara yaklaşımda gözetilmesi gereken sosyal duyarlık kaybedilecektir.
Bu işleyişin 51 inci maddede yapılan değişiklikle sağlanması ve dönemsel denetim raporlarının bu amaca ulaşmada tek başına yeterli olması mümkün "değildir.
Ayrıca, şikayet ve ihbar başvuruları sonucu yapılacak olan işlemin denetim değil inceleme nitelikli bir görev olması bu başvuruların bakanlığımızca incelenmemesi halinde ise konunun Dernekler Kanunu uyarınca bizzat valilik ve İçişleri Bakanlığı tarafından çözümlenmesini gerektirecektir.
Açıklanan nedenlerle; 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 4277 sayılı Kanun ile değişik 47 nci maddesi ile sendika ve konfederasyonların denetim yetkisinin "Denetleme Kurulları ve Denetçilere" bırakıldığı gerekçesi ile Bakanlığımızın sendika ve konfederasyonlar üzerinde inceleme ve denetleme yetkisinin bulunup, bulunmadığı konusunda Bakanlığımızda iki görüş ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Konu ile ilgili birinci görüş:
Devlet Denetleme Kurulu ve Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun sendika ve konfederasyonlar üzerindeki denetim yetkilerini belirleyen, 2243 sayılı Kanun ve 3056 sayılı Kanun hükümlerinin halen anayasa ile uyumlu hale getirilmemiş olması, anılan kurulların sendika ve konfederasyonlar üzerindeki denetleme yetkilerinin devam ettiği anlamına gelmediği.
3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığın Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun'un "Görev" başlıklı 2. maddesinde "h) Çalışma hayatını denetlemek" biçimindeki Bakanlığımız görevi ile aynı kanunun 15. maddesi ile iş teftiş kurulu başkanlığına verilmiş olan çalışma hayatı ile ilgili mevzuatın uygulanmasını denetleme yetkisi ve nihayet 1475 sayılı İş Kanunu'nun 88. maddesinde belirtilen çalışma hayatı ile ilgili mevzuatın uygulanmasını izleme, denetleme ve teftiş etme görevlerinin devlet adına Bakanlığımıza verilmiş olmasına ilişkin hükümler, sendikaların denetimine ilişkin esası koyan 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 47. maddesine göre genel hüküm niteliğini haiz olduğu, genel hüküm ile özel hükmün çatışması halinde aynı konudaki özel hükmün öncelikle geçerli olacağı.
Anayasa değişikliğine paralel olarak 2821 sayılı Kanunun 47. maddesinde yapılan değişiklikle devletin sendikaları ve konfederasyonları idari ve mali yönden denetlemesi yetkisine son verilmiş olması, sendika ve konfederasyonların işçi istihdam etmeleri halinde gerek işin yürütümü gerekse işçi sağlığı ve iş güvenliği yönlerinden yukarıda belirtilen yasa hükümlerine dayanılarak Bakanlığımızın denetlenmelerini sona erdirmediği esasen anılan yasa hükümleri ile verilmiş olan denetim yetkisinin işyeri denetimi ile ilgili olup, işçi istihdam etmeleri halinde diğer işyerleri gibi denetlenebileceği,
Bu itibarla; Sendikalar Kanununa göre genel kanun niteliğinde olan Dernekler Kanunu ve Medeni Kanun hükümlerinin sendikalar ve konfederasyonlar yönünden uygulanabilirliği, genel hükümlerin sendikaların amaç ve özelliğine aykırı olmaması ile aynı konuda Sendikalar Kanununda hüküm bulunmaması gibi iki önkoşula bağlı olup, Sendikalar Kanunu'nun 47. maddesinde idari ve mali denetimlerine ilişkin özel hüküm bulunduğuna göre, 2908 sayılı Dernekler Kanunu'nun "Genel Denetim" başlıklı 45. maddesinde belirtilen İçişleri Bakanlığı ve bulundukları yerin en büyük mülki amiri tarafından yaptırılacak denetimin (defter, hesap ve işlemler ...) sendika ve konfederasyonlar yönünden kabili tatbik olmadığı,
2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 53, 54. maddeleri ile 54. madde hükmüne atıfta bulunulmuş olması nedeniyle 55. maddesi ve 56. maddeleriyle Bakanlığımıza, yasanın bazı hükümlerine muhalif uygulamaları görevli mahkemeye intikal ettirme görevi verilmiş bulunduğu.
Öte yandan; 2821 sayılı Yasanın 53. maddesinde belirtilen, konfederasyon, sendika ve sendika şubesi yönetim kurulunun 12. maddeye muhalefeti halinde, kuruluşun üyelerinden herhangi birinin de iş davalarına bakmakla görevli mahkemeye başvurusu sonucu mahkeme kararı ile ilgili yönetim kurullarına işten el çektirileceği,
2821 sayılı Yasanın 54. maddesinde belirtilen, tüzük ve belgelerde kanuna aykırılık hallerinin, valilikçe örnekleri Bakanlığımıza gönderilecek belgeler ve Tüzük örneklerinden rahatlıkla saptanabileceği, bu durumun yeni bir inceleme veya teftişi gerektirmeyeceği,
55. maddede belirtilmiş olan yasaya muhalefet hallerinde de kuruluş üyelerinden birinin mahkemeye başvurma hakkı olduğu gibi Bakanlığımız veya ilgili valiliklerce başvurulması veya duyum alınması hallerinde 1'inci fıkra yönünden 51/1 inci maddedeki düzenlemenin yeterli olacağı, 2 nci fıkra yönünden ise hakkında ihbar bulunan kişinin mahkumiyet durumunun Bakanlığımızca ilgili kuruluştan adli sicil kaydı getirilmek suretiyle saptanabileceği.
Sendika yöneticilerinin 10 yıllık hizmet sürelerinin belirlenmesinde 14. maddeye göre sosyal güvenlik kurumlarındaki kayıtlara göre prim ödenen günlerin toplanı esas alınacağından, konunun ilgili sosyal güvenlik kuruluşundan istenecek prim belgelerine göre belirlenebileceği,
3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 15. maddesinin son fıkrasında; iş teftiş kurulu ve müfettişlerin görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma ve usullerinin tüzükle düzenleneceği hükme bağlandığı, İş Teftişi Tüzüğünün "Deyimler" başlıklı 2/c maddesinde "Teftiş" sözcüğünün, görmek, izlemek, araştırmak ve önlemek anlamına geldiği,
Bu nedenle, sendika ve konfederasyonlarda iş müfettişlerince yapılacak işlemlerin adına "inceleme" olarak kabul edilse de sendika ve konfederasyonların idari yönden teftiş edilmesi anlamına geldiği.
Sonuç olarak; sendikaların, işçilerin veya işverenlerin çalışma ilişkilerinde ortak ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için meydana getirdikleri özel hukuk tüzel kişileri olmaları ve işleyişlerinin yasalara uygun olmasından öncelikle üyelerinin menfaatlerinin bulunduğu düşüncesi ve kamu düzenini ilgilendiren muhtemel aksaklık veya muhalefet halleri ile ilgili olarak yasalarda belirtilen mekanizmalar dışında, anayasa ve 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 47. maddesine de aykırı olarak sendika ve konfederasyonlarda, Bakanlığımızın "inceleme" adı altında da olsa müdahalesinin mümkün bulunmadığı, yönündedir.
Konu hakkında ikinci görüş:
2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nda yapılan değişikliklerle; devletin sendika ve konfederasyonlar üzerindeki idari ve mali denetimini öngören hükümler, Anayasa'nın kaldırılan 52. maddesi doğrultusunda yeniden düzenlenmiş ve 47. maddede yapılan değişiklikle sendika ve konfederasyonlar üzerinde devletin idari ve mali denetimi kaldırılmış ve bu yetki denetleme kurulları veya denetçilere bırakılmıştır.
Maddenin değişiklik gerekçesi incelendiğinde, iç denetimle ilgili temel ilkeleri belirten bir düzenlemenin getirildiği görülmektedir.
Ancak 3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun'un "Görev" başlıklı 2. maddesi: "Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görevleri şunlardır.
h) Çalışma hayatını denetlemek hükmünü amirdir.
Aynı Kanununun "İş Teftiş Kurulu Başkanlığı" başlığını taşıyan 15. maddesinde de: İş Teftiş Kurulu Başkanlığına çalışma hayatı ile ilgili mevzuatın uygulamasını denetleme yetkisi verilmiştir.
Kaldı ki 1475 sayılı İş Kanununun "İş Hayatının Denetim ve Teftişi Devletin Yetkisi" başlığını taşıyan 88. maddesinde de çalışma hayatı ile ilgili mevzuatın uygulanmasını izleme, denetleme ve teftiş etme görevi devlet adına Bakanlığımıza verilmiştir.
Ayrıca, 2443 sayılı Devlet Denetleme Kurulunun Kurulması Hakkında Kanun'un 2. maddesi:"Devlet Denetleme Kurulunun görevi cumhurbaşkanının isteği üzerine; Her düzeydeki işçi ve işveren meslek teşekküllerinde, Her türlü inceleme, araştırma ve denetlemeler yapmaktır..."
Hükmü uyarınca, Devlet Denetleme Kurulunun sendikaları, konfederasyonları inceleme, denetleme konusunda yetkisi bulunduğu açıktır.
3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun'un 20. maddesinde; Teftiş Kurulu Başkanlığının görevleri belirtilirken;
"... her seviyedeki işçi ve işveren teşekküllerinde teftiş, denetim veya bu amaçla kurulmuş olan birimlerin görev, yetki ve sorumluluklarını haiz olarak gerektiğinde her türlü inceleme, araştırma, soruşturma ve teftişi yapmak veya yaptırmak,..." görevi açıkça Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına verilmiştir.
Bu nedenle, sendika ve konfederasyonlar üzerinde halen Bakanlığımızın, Devlet Denetleme Kurulunun Başbakanlık Teftiş Kurulunun, Dernekler ve Medeni Kanun Hükümlerine göre valiliklerin denetim yapma yetkisi bulunmaktadır.
Diğer taraftan 2821 sayılı Sendikalar Yasası'nın 53. maddesi;
"12 nci madde hükmüne aykırı hareket eden konfederasyon, sendika ve sendika şubesi yönetim kuruluna: kuruluşun üyelerinden birinin veya durumu tespit eden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının başvurusu üzerine iş davalarına bakmakla görevli mahkeme kararı ile işten el çektirilir..."
54. maddesi;
"Kuruluş sırasında kanuna aykırılık veya eksiklik sebebiyle 6 ncı maddenin yedinci fıkrası uyarınca, Çalışma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı veya ilgili valilikçe başvurulması halinde görevli mahalli mahkeme gerekli gördüğü takdirde kurucuları da dinleyerek üç işgünü içinde sendika veya konfederasyonun faaliyetlerinin durdurulmasına karar verebilir. Mahkeme kanuna aykırılığın veya eksikliğin giderilmesi için altmış günü aşmayan bir mehil verir..."
56. maddesi ise:
"40 inci maddenin üçüncü fıkrası hükmüne aykırı olarak yardım alınması halinde iş davalarına bakmakla görevli mahalli mahkeme üyelerden birinin veya valinin veya Çalışma Bakanının başvurması üzerine, sendika veya konfederasyonun faaliyetini üç aydan altı aya kadar durdurur ve alınan yardım hazineye intikal ettirilir.
5'inci maddede sayılan suçlardan biriyle mahkum olanlardan birine, sendika, sendika şubesi veya konfederasyon organlarında görev verildiğinin valilik ve Çalışma Bakanlığı'nca tespiti halinde., bu makamlarca görevlendirilen kişinin görevine son verilmesi ilgili sendika ve konfederasyona bildirir..."
hükümlerini ihtiva etmektedir.
Yukarıda metinleri kayıtlı bu hükümlerle Bakanlığımıza sendikalarının işleyişleri ile ilgili olarak girişimde bulunma görevi verilmiştir.
Bu nedenle: 2821 sayılı Kanunun 47. maddesinde yapılan değişiklikle devletin idari ve mali denetimi kaldırılarak, sendikaların iç denetimlerinin denetleme kurulları veya denetçiler eliyle yapılması esası getirilmiş ise de, diğer yasaların konu ile ilgili hükümlerinde bu değişikliğe paralel olarak yeni düzenlemeler getirilmediği gibi, 2821 sayılı Kanunla Bakanlığımıza verilen ve yukarıda belirtilen maddelerde yer alan görev ve yetkilere ilişkin hükümler de halen yürürlüktedir.
Ayrıca, 2821 sayılı Yasanın 53-54 ve 56. maddeleri ile Bakanlığımıza verilen görev ve yetkiler, belli sürelerde yapılan idari ve mali denetimler sonucu ortaya çıkacak durumları değil, Bakanlığımıza ulaşan duyum, bildirim ya da şikayetlerin değerlendirilmesi sonucu tespit edilecek konu ve olaylara ilişkindir.
Bu itibarla; anılan maddelerde yer alan görevlerin yerine getirilmesinde, Bakanlığımıza ulaşan duyum, bildirim ve şikayetlerin önem arzedeceği ve bunların incelenmesi sonucunda ortaya çıkacak duruma göre işlem yapılacağı açıktır.
Açıklanan nedenle; özellikle sendika yöneticilerinin 10 yıllık hizmet sürelerine, yöneticilerin yasa dışı harcamalarına, sendika yöneticilerinin mahkumiyetlerine ilişkin başvuruların kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle 3146 sayılı Kanunun 2 ve 15. maddelerinde gözönünde bulundurmak suretiyle Bakanlığımızca incelenmesi gerektiği.
Yönünde görüş mevcuttur.
Yukarıda arz edilen nedenlerle; kanunun uygulanmasına açıklık getirmek ve Bakanlığımıza intikal eden ihbar ve şikayetleri sonuçlandırmak üzere, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 4277 sayılı Yasa ile değişik 47 nci maddesi ile sendika ve konfederasyonların denetim yetkisinin denetleme kurulları ve denetçilere bırakıldığı gerekçesiyle Bakanlığımızın sendika ve konfederasyonlar üzerinde inceleme veya denetleme yetkisinin bulunup, bulunmadığı konusunda 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 25 inci maddesinin (e) fıkrası gereğince Danıştay görüşünün belirlenmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir.
Bilgi ve gereğini müsaadelerinize arz ederim." denilmektedir.
Dairemizce yapılan çağrı üzerine gelen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı temsilcileri Hukuk Müşaviri ...: İş Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı .... Çalışma Genel Müdür Yardımcısı .... Çalışma Genel Müdürlüğü Daire Başkanı ....'ın açıklamaları dinlendikten dosyadaki bilgi ve belgeler incelendikten sonra;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü:
İstişari görüş istemi; 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun, 4277 sayılı Kanun ile değişik 47 nci maddesi ile sendika ve konfederasyonlar üzerindeki denetim yetkisinin denetleme kurulları ve denetçilere bırakılması üzerine, anılan kanunun 53, 54, 55 ve 56 ncı maddelerinde öngörülen bakanlık girişiminin bir inceleme yada denetleme biçiminde uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin bulunmaktadır.
Üyesi bulunduğumuz Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) nün sendika özgürlüğüne ve örgütlenme hakkının korunmasına ilişkin 87 sayılı sözleşmenin 3. maddesinde "çalışanların ve işverenlerin örgütlerinin tüzük ve yönetmeliklerini düzenlemek, temsilcilerini serbestçe seçmek, yönetim ve etkinliklerini düzenlemek ve iş programlarını belirlemek hakkına sahip oldukları, kamu makamlarının bu hakkı sınırlayacak veya bu hakkın yasaya uygun şekilde kullanılmasına engel olacak nitelikte her türlü müdahaleden sakınmaları gerektiği" hükme bağlanmıştır. Anılan sözleşme 3847 sayılı Kanunla onaylanarak bir iç hukuk normu haline dönüşmüş, sözleşmenin uygulamaya geçirilmesi amacıyla bir dizi anayasal ve yasal düzenlemeler yapılırken Anayasa'nın 52 nci maddesi 4121 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılmış, Sendikalar Kanunu'nun sendikalar üzerindeki devlet denetimini öngören 47 nci maddesi ise çok radikal bir biçimde değiştirilerek denetim, sendikaların kendi organlarınca gerçekleştirilen bir iç denetime dönüştürülmüştür.
Görülüyor ki, İLO sözleşmelerine uymak amacıyla yapılan anayasal ve yasal değişiklik ve düzenlemelerle sendikalar üzerindeki idarenin özellikle periyodik denetim ve bu denetim yetkisinden kaynaklanan idari müeyyideler uygulamak yetkisi ortadan kaldırılmıştır.
Sendikalar Kanununun halen yürürlükte olan ancak, açıkça bir denetimi öngörmeyen 53, 54, 55 ve 56 ncı maddelerinin yorum ve uygulanmasında da, konuya ilişkin anayasal ve yasal değişikliklerin amaç ve esprisi içinde kalınması zorunludur.
3146 Sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2 ve 15 inci maddeleriyle 1475 sayılı İş Kanununun 88 inci maddesi ise, çalışma hayatı ile ilgili olarak bakanlığa mevzuatın uygulanmasını izleme, inceleme ve denetleme yetkisini vermekte olup, bu halin yukarıda değinilen sendika ve konfederasyonların iç denetimine ilişkin hükümle herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır.
Sendika ve konfederasyonların iş yeri ve işveren sıfatını taşımaktan kaynaklanan işçi sağlığı ve iş güvenliği dahil denetimlerinin sözü edilen bu maddeler hükümlerine göre diğer işyerleri gibi bakanlıkça yapılmasında herhangi bir duraksamadan bahsedilemeyeceği doğaldır.
Açıklanan nedenlerle; 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu'nun 53, 54, 55 ve 56 ncı maddelerinde yer alan duyum, ihbar ve şikayetlere ilişkin olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına tanınan sendika ve konfederasyonlarla ilgili girişimde bulunma yetkisini inceleme yada denetleme yetkisi olarak kabul olanağı bulunmadığı, bakanlığın sadece bilgi sahibi olduğu duyum, ihbar ve şikayetleri, iş davalarına bakmakla yetkili ve görevli mahkemelere intikal ettirmesi gerektiği görüşüne varılmakla dosyanın Danıştay Başkanlığına sunulmasına 24.03.1998 gününde oybirliği ile karar verildi.
Disiplin İşleminin İptali Talebi
T.C. Danıştay
8.Dairesi
Esas: 2013/8563
Karar: 2013/9503
Karar Tarihi: 04.12.2013
Disiplin İşleminin İptali Talebi
ÖZET: Dava dosyası ile Dairemizin … sayılı kararının birlikte incelenmesinden, davacı hakkında tesis edilen üniversite ile ilişiğinin kesilmesine yönelik dava konusu işlemin dayanağı olan görevinden çekilmiş sayılma cezasının; 657 Sayılı Yasanın ilgili maddesinde belirlenen disiplin cezaları arasında olmadığı, bu itibarla yasal dayanağının bulunmadığının Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun … sayılı kararı ve Dairemizin …sayılı kararıyla ortaya konulduğu anlaşıldığından, davacıya verilen görevinden çekilmiş sayılma cezasına istinaden tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık, dava konusu işlemin iptali istemini reddeden Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.
(657 S. K. m. 125) (2577 S. K. m. 54) (DİDDK. 01.10.2012 T. 2007/1018 E. 2012/1333 K.)
İstemin Özeti: Danıştay Sekizinci Dairesinin 17/06/2013 gün ve E.2012/2519, K:2013/5043 sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesi uyarınca düzeltilmesi istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: İstemin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi: Ercan GÖKTEPEOĞLU
Düşüncesi: İstemin kabulü ile Daire kararının kaldırılması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince, karar düzeltme dilekçesinde öne sürülen düzeltme nedenleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesine uygun bulunduğundan, düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 17.06.2013 gün ve E.2012/2519 K:2013/5043 sayılı kararı kaldırılarak işin gereği görüşüldü:
Dava, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde doçent olarak görev yapmakta olan davacının 30.11.2010 tarih ve 8755-13712 sayılı işlemle <Görevinden Çekilmiş Sayma> disiplin cezası ile cezalandırılması üzerine üniversite ile ilişiğinin kesilmesine yönelik tesis edilen 02.02.2011 tarih ve 846-1343 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesi'nce, davacının üniversite ile ilişiğinin kesilmesine ilişkin dava konusu işlemin temelinde bulunan, davacının görevinden çekilmiş sayılması cezasına ilişkin 30.11.2010 tarih ve 8755-13712 sayılı işleme karşı açılan davada, davacının görevinden çekilmiş sayılmasına ilişkin işlem hukuka uygun bulunarak dava ret edildiğinden, hukuka uygunluğu mahkeme kararı ile saptanmış işlemin uygulaması niteliğindeki dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
Dava dosyası ile Dairemizin 04.12.2013 gün, E.2013/9936, K.2013/9502 sayılı kararının birlikte incelenmesinden, davacı hakkında tesis edilen üniversite ile ilişiğinin kesilmesine yönelik dava konusu işlemin dayanağı olan görevinden çekilmiş sayılma cezasının; 657 sayılı yasanın 125. maddesinde belirlenen disiplin cezaları arasında olmadığı, bu itibarla yasal dayanağının bulunmadığının Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 01.10.2012 gün ve E.2007/1018, K.2012/1333 sayılı kararı ve Dairemizin 04.12.2013 gün, E.2013/9936, K.2013/9502 sayılı kararıyla ortaya konulduğu anlaşıldığından, davacıya verilen görevinden çekilmiş sayılma cezasına istinaden tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık, dava konusu işlemin iptali istemini reddeden Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Diyarbakır 3. İdare Mahkemesi'nin 22.02.2012 günlü ve E.2011/367, K.2012/228 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 04.12.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
İşlemin İptali İle Yoksun Kalınan Parasal ve Özlük Haklarının Tazmini İstemi
T.C. Danıştay
5.Dairesi
Esas: 2012/1162
Karar: 2013/5655
Karar Tarihi: 03.07.2013
İşlemin İptali İle Yoksun Kalınan Parasal ve Özlük Haklarının Tazmini İstemi
ÖZET: Olayda dava, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı iken Bakanlık Müşavirliğine atanan davacının, bu işleme karşı açtığı davada …. İdare Mahkemesince verilen … tarih ve … sayılı iptal kararının uygulanmaması yönündeki … sayılı işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının ve …TL manevi tazminatın gecikme faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Davacının kabul edilen tazminata gecikme faizine hükmedilmesi gerektiği yönündeki temyiz istemi ile davalı idarenin temyiz isteminin reddine; Mahkeme kararının … sayılı işlemin iptaline ilişkin kısmının gerekçesi değiştirilerek onanmasına; dava konusu işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal ve özlük hakları ile …TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısmının onanmasına; davacının temyiz isteminin kısmen kabulüyle; ... İdare Mahkemesi'nce verilen … sayılı kararın … TL manevi tazminat talebinin reddi ile davacı vekili lehine vekalet ücretine hükmedilmemesine ilişkin kısımlarının bozulmasına karar verilmiştir.
(2709 S. K. m. 138) (657 S. K. m. 132) (2577 S. K. m. 28) (1136 S. K. m. 164, 168)
İsteğin Özeti: Ankara 16. İdare Mahkemesi'nce verilen 07/12/2011 günlü, E:2011/384, K:2011/1553 sayılı kararın dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.
Davalı Cevabının Özeti: Temyiz isteğinin reddi gerektiği yolundadır.
Davacı Cevabının Özeti: Temyiz isteğinin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi: Züleyha Bakır
Düşüncesi: İdare Mahkemesi kararının kısmen onanması, kısmen bozulması gerektiği düşünülmüştür.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince işin gereği düşünüldü:
Dava, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı iken Bakanlık Müşavirliğine atanan davacının, bu işleme karşı açtığı davada Ankara 16. İdare Mahkemesince verilen 11.11.2009 tarih ve E:2006/681, K:2009/1385 sayılı iptal kararının uygulanmaması yönündeki 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının ve 5.000,00-TL manevi tazminatın gecikme faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Ankara 16. İdare Mahkemesi'nin 07/12/2011 günlü, E:2011/384, K:2011/1553 sayılı kararıyla; dava konusu 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin, Anayasa ve kanun hükümlerine göre idarenin verilmiş bulunan mahkeme kararlarına uyması ve o yönde işlem tesis etmesi idare açısından anayasal ve yasal bir zorunluluk olmakla birlikte hukuk devleti olmanın da bir gereği olduğundan, öte yandan 657 sayılı Kanunun 132. maddesinde; aylıktan kesme ve/veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezası alanların atanamayacakları görevler arasında teftiş kurulu başkanlığı görevi sayılmadığından ve davacının teftiş kurulu başkanlığı görevi için aranan koşullardan birini yitirdiğinden söz etmeye hukuken olanak bulunmadığından iptaline; idarenin hukuka aykırılığı yargı kararı ile saptanan işlemlerden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğundan dava konusu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının davacıya ödenmesine; davacının manevi tazminat isteminin 1.000,00 TL'lik kısmının kabulüne; fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine; işlem nedeniyle yoksun kalınan parasal ve özlük haklar ile 1.000,00 TL manevi tazminata davanın açıldığı 08.03.2010 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine; davacı lehine avukatlık ücretine hükmedilmesine yer olmadığına; 480,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine hükmedilmiştir.
Davalı İdare, Mahkeme kararının, dava konusu işlemin iptaline, davacının bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının ve 1.000,00-TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısmının; davacı ise, fazlaya ilişkin 4.000,00-TL manevi tazminat talebinin reddine, işlem nedeniyle yoksun kalınan parasal ve özlük haklar ile 1.000,00 TL manevi tazminata gecikme faizi ve lehlerine vekalet ücretine hükmedilmemesine, karşı taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısımlarının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmekte ve belirtilen kısımların temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Mahkeme kararının, dava konusu işlem nedeniyle, davacının yoksun kaldığı parasal ve özlük hakları ile 1.000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısımları hukuka ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından, bu kısımlara yönelik temyiz isteminin reddi ile kararın anılan kısımların onanması gerekmektedir.
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı iken Bakanlık Müşavirliğine atanan davacının, bu işleme karşı açtığı davada; Ankara 16. İdare Mahkemesince verilen 11.11.2009 tarih ve E:2006/681, K:2009/1385 sayılı iptal kararının uygulanmaması yönündeki 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin iptali yönünden;
Ankara 16. İdare Mahkemesinin 11.11.2009 tarih ve E:2006/681, K:2009/1385 sayılı kararıyla; <davacının görevden alınmasına gerekçe gösterilen disiplin cezalarının yargı kararıyla iptal edildiği ve hakkında açılan kamu davalarının beraatle sonuçlandığı, idarece davacının görevinde başarısız veya yetersiz olduğuna ilişkin başkaca bir iddianın ileri sürülmediği, sebep unsurundan yoksun bulunan işlemde hukuka uyarlık görülmediği> gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline hükmedilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 138. maddesinin son fıkrasında, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarını uygulamak zorunda oldukları, bu organların ve idarenin mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği öngörülmüş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun <Kararların sonuçları> başlıklı 28. maddesinin 1. fıkrasında, <Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.> hükmü yer almıştır. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre, davalı idarenin İdare Mahkemesinin sözü edilen iptal kararı uyarınca davacıyı yeniden Teftiş Kurulu Başkanlığına ataması zorunludur.
Bu itibarla, İdare Mahkemesince; Ankara 16. İdare Mahkemesinin 11.11.2009 tarih ve E:2006/681, K:2009/1385 sayılı iptal kararına uyulmasının yasal zorunluluk olduğu gerekçesinin yanısıra <657 sayılı Kanunun 132. maddesinde; aylıktan kesme ve/veya kademe ilerlemesinin durdurulması cezası alanların atanamayacakları görevler arasında teftiş kurulu başkanlığı görevi sayılmadığından, davacının teftiş kurulu başkanlığı görevi için aranan koşullardan birini yitirdiğinden söz etmeye hukuken olanak bulunmadığı> gerekçesine de yer vererek dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi yerinde görülmemekle birlikte, bu husus sonucu itibariyle yerinde olan İdare Mahkemesi kararının iptale ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirmemektedir.
İdare Mahkemesi kararının manevi tazminatın 4.000,00 TL'lik kısmının reddine ilişkin kısmına gelince; manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, idarenin hizmet kusurunun ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir. Uyuşmazlık konusu olayda, Teftiş Kurulu Başkanı olarak görev yapan davacı hakkında tesis edilen atama işleminin, Mahkeme kararıyla iptal edilmesine karşın idarenin yargı kararını uygulamamasının ağır hizmet kusuru oluşturduğu, Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının düşük kaldığı, bu nedenle Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğu anlaşıldığından, manevi tazminatın amaç ve niteliği dikkate alınarak yukarıda belirtilen ölçütlere göre manevi tazminatın Mahkemece yeniden belirlenmesi gerekmektedir.
Bu durumda, Mahkeme kararının manevi tazminatın 4.000,00 TL' lik kısmının reddine ilişkin kısmında hukuki isabet görülmemiştir.
İdare Mahkemesi kararının, dava konusu işlemin iptaline, işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal ve özlük hakları ile 1.000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine dair kısımları nedeniyle davacı vekili lehine avukatlık ücretine hükmedilmesine yer olmadığına ilişkin kısmına gelince;
Avukatlık Kanunu'nun 168. maddesinin son fıkrasında, avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı hükme bağlanmış olup, İdare Mahkemesinin karar verdiği tarihte yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 2. maddesinin 1. fıkrasında, tarifelerde yazılı avukatlık ücretinin, kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemlerin karşılığı olduğu, 3. maddesinde, yargı yerlerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücretinin, tarifelerde yazılı miktardan az ve üç katından çok olamayacağı, bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi ve niteliğinin gözönünde tutulacağı, 5. maddesinde de, hangi aşamada olursa olsun, dava ve icra takibini kabul eden avukatın, Tarife hükümleri ile belirlenen ücretin tamamına hak kazanacağı kuralı getirilmiş olup, davacı vekilinin davaya katkısı olmadığı gerekçesiyle lehine vekalet ücretine hükmedilmemesinde, anılan mevzuat hükümlerine uyarlık bulunmamaktadır.
Ancak İdare Mahkemesince, maktu vekalet ücretinin yanında, manevi tazminat nedeniyle nispi vekalet ücretine de hükmedilirken, bozma kararı üzerine hükmedilecek tazminat miktarının da dikkate alınacağı tabiidir.
Öte yandan, davacı tarafından, 4.000,00 TL manevi tazminatın reddi nedeniyle, davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı ileri sürülmekte ise de; İdare Mahkemesi kararının sözü edilen kısmının bozulmasından dolayı bozulan kısım hakkında yeniden hüküm kurulacağı ve bunun sonucuna göre vekalet ücreti de yeniden takdir edileceğinden, bu hususla ilgili ayrıca hüküm kurulmasına gerek bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının kabul edilen tazminata gecikme faizine hükmedilmesi gerektiği yönündeki temyiz istemi ile davalı idarenin temyiz isteminin reddine; Mahkeme kararının 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin iptaline ilişkin kısmının gerekçesi değiştirilerek onanmasına; dava konusu işlem nedeniyle davacının yoksun kaldığı parasal ve özlük hakları ile 1.000,00-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine ilişkin kısmının onanmasına; davacının temyiz isteminin kısmen kabulüyle; Ankara 16. İdare Mahkemesi'nce verilen 07/12/2011 günlü, E:2011/384, K:2011/1553 sayılı kararın 4.000,00 TL manevi tazminat talebinin reddi ile davacı vekili lehine vekalet ücretine hükmedilmemesine ilişkin kısımlarının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek bozulan kısımları hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 03.07.2013 tarihinde esasta oybirliğiyle, Mahkeme kararının gerekçesi değiştirilerek onanan kısmı yönünden gerekçede oyçokluğuyla karar verildi.
GEREKÇEDE KARŞI OY
Mahkeme kararının, 26.02.2010 tarih ve 3168 sayılı işlemin iptaline ilişkin kısmı ve gerekçesi hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek bir nedende bulunmadığından, aynen onanması gerekirken, bu kısmın gerekçesi değiştirilerek onanması yönündeki çoğunluk kararına karşıyım.
Özel Usulsüzlük Cezasına Karşı İtiraz
TT.C. DANIŞTAY
3.Dairesi
Esas: 2012/1799
Karar: 2012/3899
Karar Tarihi: 23.11.2012
Özel Usulsüzlük Cezasına Karşı İtiraz
Dava dilekçesinde dava konusu olarak özel usulsüzlük cezası yazılmasına karşın ihbarnamelerin eklenmediği, tarih sayısının yazılmadığı, tebliğ tarihinin belirtilmediği, yetki belgesinin eklenmediği, aralarında maddi, hukuki ya da sebep sonuç ilişkisi bulunmayan birden fazla yıla ilişkin özel usulsüzlük cezasına karşı bir dilekçe ile dava açıldığı anlaşıldığından dilekçe ret kararı verilmesi üzerine verilen yenileme dilekçeleri ile üç ayrı dava açılmasına karşın, yenileme dilekçelerinde işlemin tebliğ tarihinin belirtilmediği, işlem ve yetki belgesi eklenmeyerek aynı yanlışlıkların yapıldığının görüldüğü davanın reddine karar verilmiştir.
(2577 S. K. m. 15) (213 S. K. m. 355)
Davanın Özeti: Davacı adına 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 355. maddesine göre 2008 yılı için kesilen özel usulsüzlük cezasına karşı dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; Mahkemelerinin kararıyla; dava dilekçesinde dava konusu olarak özel usulsüzlük cezası yazılmasına karşın ihbarnamelerin eklenmediği, tarih sayısının yazılmadığı, tebliğ tarihinin belirtilmediği, yetki belgesinin eklenmediği, aralarında maddi, hukuki ya da sebep sonuç ilişkisi bulunmayan birden fazla yıla ilişkin özel usulsüzlük cezasına karşı bir dilekçe ile dava açıldığı anlaşıldığından dilekçe ret kararı verilmesi üzerine verilen yenileme dilekçeleri ile üç ayrı dava açılmasına karşın, yenileme dilekçelerinde işlemin tebliğ tarihinin belirtilmediği, işlem ve yetki belgesi eklenmeyerek aynı yanlışlıkların yapıldığının görüldüğü gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesinin 5. bendi uyarınca davanın reddine karar verilmiştir. Davacı; dilekçelerinde dava konusu açıkça belirttiklerini, ihbarnamelerin dilekçeye eklenmemesinin davanın reddine sebep olmayacağını ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.
Karar: Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, oybirliği ile karar verildi.
Rekabet Kurul Kararlarına İtiraz
T.C. DANIŞTAY
2.Dairesi
Esas: 2003/52
Karar: 2003/224
Karar Tarihi: 06.02.2003
Rekabet Kurul Kararlarına İtiraz
ÖZET: 4054 sayılı Kanuna göre Rekabet Kurulunca verilen nihai kararlar hakkında verilen 4483 sayılı yasaya göre Danıştay 2. Dairesine itiraz edilmesi yerine Danıştay 10. Dairesinde uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekir.
(2575 S. K. m. 34, 43) (4483 S. K. m. 3, 9) (4054 S. K. m. 55)
Tetkik Hakimi: İbrahim TOPUZ
T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı'nın 9.1.2003 günlü dilekçe ve ekleri incelenerek gereği görüşüldü:
Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, T.C. Çalışma Bakanlığınca, Rekabet Kurumuna başvurularak tıbbi nitelikteki sarf malzemesi sağlayıcı firmaların SSK tarafından açılan 18.1.2002 günlü ihaleye anlaşarak katılmadıkları ve malzeme teslimini kasıtlı olarak durdurdukları, bu nedenle firmalar hakkında 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun uyarınca işlem yapılmasının istendiği, Rekabet Kurulu'nun bu başvuru üzerine yaptığı , Ön araştırma sonucu verdiği 6.6.2002 gün ve 0:2002-4-46, K:02-36/396-164 sayılı "iddialara yönelik soruşturma açılmasına gerek bulunmadığı" yolundaki kararının, SSK Başkanlığınca, iptali ve kaldırılması istemiyle Dairemize başvurulduğu anlaşılmaktadır.
Danıştay İkinci Dairesine ait görevler, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 43 üncü maddesi ile 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un 9 uncu maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre Danıştay İkinci Dairesinin görevleri; Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat hükümlerine göre Danıştay'ca görülecek işler ile 4483 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izinler' hariç) ve (h) bentlerinde belirtilen yetkili merci kararlarına karşı yapılan itirazları inceleyerek karara bağlamaktır.
Diğer taraftan, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 55 inci maddesinde "Kurulun nihai kararlarına, tedbir kararlarına... karşı, kararın taraflara tebliğinden itibaren süresi içinde Danıştay'a başvurulabileceği", 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun, Danıştay Onuncu Dairesinin görevlerinin gösterildiği 34 üncü maddesi (b) bendinde de, Onuncu Dairenin "vergi davalarına bakan dava daireleri hariç, diğer idari dava dairelerinin görevleri dışında kalan uyuşmazlıklara ilişkin dava ve işleri çözümleyeceği" hükme bağlanmıştır.
Açıklanan mevzuat hükümleri uyarınca, 4054 sayılı Kanun uyarınca, Rekabet Kurulu tarafından nihai nitelikte verilen kararların iptali istemiyle Danıştay Onuncu Dairesine başvurulacağı, konunun görev ve çözümünün Danıştay İkinci Dairesine ait olmadığı anlaşıldığından, dosyanın Danıştay Onuncu Dairesi Başkanlığı'na gönderilmek üzere Danıştay Başkanlığı'na sunulmasına 06.02.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.
Toplu İş Sözleşmesi Yapma Yetkisinin Sağlıklı Olarak Tespiti
T.C. DANIŞTAY
10.Dairesi
Esas: 1984/1559
Karar: 1985/1873
Karar Tarihi: 18.11.1985
Toplu İş Sözleşmesi Yapma Yetkisinin Sağlıklı Olarak Tespiti
ÖZET: Sendikaların sendikal faaliyette bulunabilmeleri, Toplu İş Sözleşmesi yapma yetkisinin sağlıklı olarak tespiti için, Bakanlığın, yayınlamakla yükümlü olduğu istatistikleri zamanında ve doğru olarak yayınlaması gerekmektedir. Dava konusu edilen yönetmelik maddeleri ile kurulan bu sistemin işleyişine ve yasayla konulan amaca uygun düzenlemeler getirilmiş olup, bu maddelerde, davacı iddiasının aksine, işçilerin sendika üyesi olma ve sendikadan ayrılma istemlerini zorlaştırıcı, anayasaya aykırı bir durum da söz konusu değildir.
(2821 S. K. m. 49, 60) (2709 S. K. m. 51)
Dava; 28 Temmuz 1983 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren <Sendika ve Konfederasyonlarca Düzenlenecek Üye Kayıt Fişleri ve Defterlerinin Şekli ve İhtiva Edeceği Bilgiler Hakkında Yönetmeliğin> 2., 8. ve geçici 1.maddelerinin iptali istemiyle açılmıştır.
Davalı idarece, davanın sendika tarafından açılabileceği, sendika başkanının davayı açamayacağı belirtiliyorsa da; davacı sendikaya ait tüzüğün <Genel Başkanın Görev ve Yetkileri> Başlıklı 19.maddesinde, Genel Başkanın, mahkemelerde ve idari merciler nezdinde sendikayı temsil yetkisi olduğu belirlendiğinden, sendika adına dava açmasına engel bir durum bulunmamaktadır.
Dava konusu yönetmelik, 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 49.maddesinde yer alan <üye kayıt fişleri ve defterleri ile çıkış bildirimi, büro fiş ve defterlerin şekli, ihtiva edeceği bilgiler, Çalışma Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikte belirlenir.> hükmüne dayanılarak çıkarılmıştır.
Aynı yasanın 60.maddesi son fıkrasına göre de, her iş kolunda çalışan, sendikalara üye olan ve olmayan işçilerin sayılarının ve bunların sendikalara dağılımının davalı Bakanlıkça her yıl Ocak ve Temmuz aylarında çıkarılacak istatistiklerde gösterilmesi gerekmektedir.
Dava dosyasının incelenmesinden, 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununa göre işçi hareketlerinin düzenli izlenebilmesi ve sağlıklı bilgi edinilebilmesi için <Bilgi İşlem Merkezi> kurulması yoluna gidildiği ve bu sistem için gerekli düzenlemeler yapılarak, doldurulacak bildirim fiş ve listelerin bu sisteme uygun hale getirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.
Sendikaların sendikal faaliyette bulunabilmeleri, Toplu İş Sözleşmesi yapma yetkisinin sağlıklı olarak tespiti için, Bakanlığın, yayınlamakla yükümlü olduğu istatistikleri zamanında ve doğru olarak yayınlaması gerekmektedir.
Dava konusu edilen yönetmelik maddeleri ile kurulan bu sistemin işleyişine ve yasayla konulan amaca uygun düzenlemeler getirilmiş olup, bu maddelerde, davacı iddiasının aksine, işçilerin sendika üyesi olma ve sendikadan ayrılma istemlerini zorlaştırıcı, Anayasanın 51. maddesine aykırı bir durum da söz konusu değildir.
Açıklanan nedenlerle, hukuki dayanağı bulunmayan davanın reddine karar verildi.