YARGITAY KARARLARI
Eşit Davranma Borcuna Aykırılığın İspat Yükü İşçiye Aittir
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nde; 15.01.2015 tarih ve 2013/7613E., 2015/741K., no'su ile temyiz edilen yerel mahkeme dosyasında, davacı, iş sözleşmesinin hamileliği sebebi ile işverence fesih edildiğini ileri sürerek, İş Kanunu'nun 5. maddesi gereğince eşit davranma borcuna aykırılıktan doğan tazminat ile yoksun bırakılan haklara karşılık şimdilik 4.000 TL'nin davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı ise; davacının iş akdinin hamilelik nedeni ile değil, İş Kanunu'nun 17. maddesi uyarınca performans düşüklüğü sebebi ile feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkeme tarafından, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının iş sözleşmesinin hamilelik sebebi ile haksız olarak feshedildiği, eşit davranma borcuna aykırılık tazminatı ile davacının mahrum kaldığı alacaklarını ödemesi gerektiği, gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hüküm süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlığın; işverenin eşit davranma borcuna aykırı davranıp davranmadığı ve bunun sonuçları ile mahrum kalınan kar alacağına hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplandığı görülmektedir. Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olmakla birlikte, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmeyip, eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını da önlemeyi amaç edinmektedir.
4857 sayılı İş Kanunu çerçevesinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna karşın eşitlik ilkesini düzenleyen 5. maddede, her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. Belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiştir.
4857 sayılı Yasanın 5. maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. Yasanın 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında tam süreli - kısmi süreli işçi ile belirli süreli - belirsiz süreli işçi arasında farklı işlem yapma yasağı öngörülmüş, üçüncü fıkrada ise cinsiyet ve gebelik sebebiyle ayrım yasağı düzenlenmiş ve bu durumda olan işçiler bakımından is sözleşmesinin sona ermesinde de işverenin eşit davranma borcu vurgulanmıştır. Bununla birlikte, işverenin işin niteliği ile biyolojik
nedenlerle faklı davranabileceği de bahsi geçen hükümde açıklanmıştır.
Ayrıca yine aynı maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında, işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yapamayacağından bahsedilmektedir. Burada bahsedilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim vb. ödemeleri de kapsadığı açıktır.
İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı ise, ilgili maddenin altıncı fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre; işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkanı bulunmaktadır. Söz konusu fıkra metni emredici nitelikte olduğundan, anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Geçersizlik nedeniyle ortaya çıkan kural boşluğu eşit davranma ilkesinin gereklerine uygun olarak doldurulmalıdır.
Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte, anılan maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemeye göre; işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksinin işveren tarafından ispatlanması aranmaktadır.
Somut olay yönünden yapılan değerlendirmede; gerek davacı tanığının beyanı, gerekse başka delil ile davalı işyerinde hamile kalan işçinin iş sözleşmesinin sırf bu nedenle feshedildiği ve ayrımcılık yapıldığı davacı tarafça ispatlanamadığından, şartları oluşmayan talebin reddi gerekirken kabulünün hatalı olduğu Yargıtay tarafından takdir edilmiştir.
Bununla birlikte, yerel mahkeme tarafından, belirsiz süreli iş sözleşmesi ile işyerinde çalışan davacının fesih tarihi olan 09.09.2011 tarihinden sonraki dönem için, hamilelik sebebi ile doğumdan 8 hafta önce doğum iznine başlanacağı öngörülen 04.01.2012 tarihine kadar, işçinin çalışmadığı aylara ait ücretin belirlenerek, mahrum kalınan kar olarak hüküm altına alınmasını da Yargıtay hatalı olarak değerlendirmiş ve yerel mahkemenin kararının yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı bozulmasına karar vermiştir.TYargıtay 22. Hukuk Dairesi 2014/15971 Esas 2014/19538 Karar ve 26.06.2014 tarihli kararında mobbinge ilişkin kriterleri netleştirmiştir. Böylece mobbing iddiasına ilişkin sınırlarda çizilmiş oluyor.
Kararda;
"Mahkemece, iş sözleşmesinin feshinden önceki son üç ay içinde meydana geldiği ileri sürülen eylemler psikolojik baskı (mobbing) olarak değerlendirilmiş ise de mobbingin meydana gelebilmesi için bir işçinin hedef alınarak, uzun bir süre ve belli aralıklarla sistematik biçimde tekrarlanan, mağdurun karşı koymasına rağmen yapılan aşağılayıcı, küçük düşürücü ve psikolojik olarak acı veren, işteki performansı engelleyen veyahut olumsuz bir çalışma ortamına sebep olan tehdit, şiddet, aşağılama, hakaret, ayrımcılık, ağır eleştiri, taciz ve çalışma şartlarını ağırlaştırma gibi eylem, tutum ve davranışların uygulanması gerekir. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre de mobbing; şeklinde tanımlanmaktadır.
Mobbingde, hedef alınan kişinin şerefine, kişiliğine, karakterine, inancına, değerlerine, yeteneklerine, tecrübelerine, birikimlerine, düşüncelerine, etnik kökenine, yaşam biçimine, kültür vb. yönlerine topluca bir saldırı söz konusudur. Bu saldırı, dedikodu ve söylenti çıkarma, iftira atma, toplum önünde küçük düşürme, hafife alma, karalama, kötüleme ve yok sayma gibi kişiyi zihinsel, ruhsal, fiziksel ve bedensel olarak etkileyebilecek eylemlerle yapılmaktadır."
Husumetin Tarafının İdare Olduğu Hallerde Tüzel Kişiliğin Ait Olduğun Kurumun Tespit Edilmesi Zaruridir
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi'nde; 03.06.2015 tarih ve 2014/9498 E., 2015/19361K., no'su ile temyiz edilen yerel mahkeme dosyasında, davacı vekili, davacıların miras bırakanı C. K.'un 30.11.2011 tarihinde vefat ettiğini, mirasçılarının esi ve çocukları olduğunu, miras bırakanın 01.01.1998 tarihinden itibaren davalı şirketlerde temizlik elemanı sıfatı ile çalışmaya başladığını, iş sözleşmesinin 30.11.2011 tarihinde vefat nedeni ile sona erdiğini, kıdem tazminatının ödenmediğini, yıllık izin haklarının eksik kullandırıldığını, miras bırakanın son maaşının 900,00 TL olduğunu belirterek kıdem tazminatı ve yıllık izin alacağının davalılardan tahsilini talep etmiştir.
Davalı M.Tem.Öz.Sağ.Sos.Hiz.Yem.Ürt.Ltd.Şti. vekili ise; taşeron şirket olarak sorumluluklarının bulunmadığını, miras bırakanın çalıştığı iddia edilen tarihlerde başka taşeron firmalarda çalıştığını, asıl sorumluluğun diğer davalıya ait olduğunu, miras bırakanın 03.03.2010-31.12.2010 ve 01.02.2011-20.11.2011 tarihleri arasında müvekkili firmada çalıştığını, geçmişe yönelik çalışmalara ait kıdem ve izin alacaklarının I.İnşaat Turizm Gıda Tem.Hiz.Tic.Ltd.Şti. tarafından davacıya ödendiğini, izin ücretinin de verildiğini, faiz oranını ve başlangıç tarihini kabul etmediklerini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Diğer davalı SHÇEK Süleyman Demirel Huzurevi ise, cevap dilekçesi sunmamıştır.
Yerel mahkeme tarafından, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hüküm süresi içinde davalı M.Tem.Ltd.Şti. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davanın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına karşı açılması gerekmektedir. Davanın doğrudan tüzel kişiliği bulunmayan SHÇEK Süleyman Demirel Huzurevine yöneltilerek açılması, karar başlığında da davalı olarak SHÇEK Süleyman Demirel Huzurevi gösterilmesi hatalı bir durumdur. Ancak bu durum temsilde yanılma oluşturduğundan, davanın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına yöneltilmesi için davacı tarafa mehil verilmesi, usulüne uygun bir şekilde taraf teşkili sağlanarak tarafların gösterdiği delillerin toplanması ve dosyanın yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre karar verilmesi uygun olacaktır. Bu sebeplerden dolayı Yargıtay tarafından, taraf teşkili sağlanmadan yazılı şekilde karar verilmesi usule aykırı olarak değerlendirilmiş, hükmün bu yönden bozulması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Mobbing Kriterleri
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2014/15971 Esas 2014/19538 Karar ve 26.06.2014 tarihli kararında mobbinge ilişkin kriterleri netleştirmiştir. Böylece mobbing iddiasına ilişkin sınırlarda çizilmiş oluyor.
Kararda;
"Mahkemece, iş sözleşmesinin feshinden önceki son üç ay içinde meydana geldiği ileri sürülen eylemler psikolojik baskı (mobbing) olarak değerlendirilmiş ise de mobbingin meydana gelebilmesi için bir işçinin hedef alınarak, uzun bir süre ve belli aralıklarla sistematik biçimde tekrarlanan, mağdurun karşı koymasına rağmen yapılan aşağılayıcı, küçük düşürücü ve psikolojik olarak acı veren, işteki performansı engelleyen veyahut olumsuz bir çalışma ortamına sebep olan tehdit, şiddet, aşağılama, hakaret, ayrımcılık, ağır eleştiri, taciz ve çalışma şartlarını ağırlaştırma gibi eylem, tutum ve davranışların uygulanması gerekir. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre de mobbing; şeklinde tanımlanmaktadır.
Mobbingde, hedef alınan kişinin şerefine, kişiliğine, karakterine, inancına, değerlerine, yeteneklerine, tecrübelerine, birikimlerine, düşüncelerine, etnik kökenine, yaşam biçimine, kültür vb. yönlerine topluca bir saldırı söz konusudur. Bu saldırı, dedikodu ve söylenti çıkarma, iftira atma, toplum önünde küçük düşürme, hafife alma, karalama, kötüleme ve yok sayma gibi kişiyi zihinsel, ruhsal, fiziksel ve bedensel olarak etkileyebilecek eylemlerle yapılmaktadır."
Deniz Taşıma Sigorta Poliçesi
T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2012/11-1048
Karar: 2013/354
Karar Tarihi: 13.03.2013
Deniz Taşıma Sigorta Poliçesi
ÖZET: Dava, taşıma sigorta poliçesine dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir. Somut olayda; dava … tarihinde Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış; dava görülmekte iken, Kanun ile eklenen fıkra uyarınca İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesi kurularak, … tarihinde faaliyete geçirilmiştir. Bu itibarla, yukarıda açıklanan ilke uyarınca taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümleneceği mahkeme, uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olan Asliye Ticaret Mahkemesi olup, dava tarihinden sonra kurulan ve faaliyete geçirilen İ./Denizcilik İhtisas Mahkemesinde davaya bakılması olanaklı değildir. Hal böyle olunca; temyize konu davanın Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiğine ilişkin Yerel Mahkemece verilen direnme kararı yerindedir. Ne var ki, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Daire’ce incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir.
(2709 S. K. m. 142) (6762 S. K. m. 4, 1061) (4722 S. K. m. 1)
Dava: Taraflar arasındaki <tazminat> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkeme’since davanın reddine dair verilen 22.12.2003 gün ve 2001/252 E.-2003/1632 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 17.01.2006 gün ve 2004/13864 E.-2005/206 K sayılı ilamı ile;
(...Davacı vekili, MSB. Endüstrisi A.Ş. tarafından imal edilerek, M. H. AG firmasına gönderilen boruların, deniz yolu emtia taşımacılığı sigorta poliçesi ile müvekkilince teminat altına alındığı, boşaltma limanında malın hasarlı olduğunun anlaşıldığını, davalının taşımayı üstlendiğini ileri sürerek, sigortalısına ödenen 18.777,00 DEM ve 5.804,00 USD’nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı I. Denizcilik ve Nak. Ltd. Şti. vekili, müvekkili ile davalı B. gemisi donatan ve maliki B. Shipping S.A arasında herhangi hukuki ve ticari ilişki bulunmadığını, müvekkilinin MSB Endüstrisi A.Ş. adına yüklemeye nezaret etmiş olup, başkaca hiçbir ilişkisinin bulunmadığını belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna nazaran, taşımayı gerçekleştiren B. gemisi donatanı/maliki ile davalının acentelik ilişkisi bulunmadığından bahisle davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir
1) 28.04.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5136 Sayılı Kanun ile 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesine eklenen fıkra uyarınca <iş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulunun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığı’nca, bu Kanunun Dördüncü Kitabında yer alan deniz ticaretine ilişkin ihtilaflara bakmak ve asliye derecesinde olmak üzere Denizcilik İhtisas Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin yargı çevresi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir.> Değinilen Yasa ile ihdas edilen bu düzenleme doğrultusunda 19.07.2004 tarihli Olur’la İstanbul’da kurulan Denizcilik İhtisas Mahkemesi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 20.07.2004 gün ve 370 sayılı kararı ile faaliyete geçirilmiş olup, yargı alanı İstanbul ili mülki sınırları olarak belirlenmiştir.
Davaya konu uyuşmazlık, davalının deniz yoluyla taşımasını üstlendiği emtianın varma limanına hasarlı tahliye edildiği iddiasına dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlığın çözümünde taşıyanın mesuliyetine ilişkin TTK’nun 1061 vd maddelerinin tatbiki gerekmektedir.
Yukarıda anılan maddi hukuk normlarının varlık kazandığı yasal düzenlemeler tamamıyla, 6762 Sayılı TTK’nun <Deniz Ticareti> başlıklı dördüncü kitap kapsamında yer almaktadır. O halde, böyle bir uyuşmazlığın çözümüne dönük davanın görülüp sonuçlandırılacağı yargı mercii İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesi olmalıdır. Bu nedenle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının öncelikle bu yön bakımından kabulü ile kararın görev noktasından bozulması gerekmiştir.
2) Bozma sebep ve şekline göre, sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Dava, taşıma sigorta poliçesine dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, davaya konu taşımanın yapıldığı geminin donatanı ile davalı arasında acentelik ilişkisi bulunmadığı gerekçesiyle davanın pasif husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda işin esasının görüşülmesinden önce davacı vekilinin bozma sonrası 20.07.2006 tarihli duruşmada ısrar kararı verilmesini talep etmesine rağmen yerel mahkemece kurulan direnme hükmünü temyiz etmesinin mümkün olup olmadığı hususu ön sorun olarak değerlendirilmiş ve göreve ilişkin uyuşmazlığın temyiz edilmesinde taraf iradesinin bağlayıcı olmadığına karar verilerek işin esasının görüşülmesine geçilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; göreve ilişkin olup, dava tarihi itibariyle yerel mahkemenin görevli olmasına rağmen daha sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 20.07.2004 gün ve 370 sayılı kararı ile İstanbul Denizcilik İhtisas Mahkemesinin faaliyete geçirilmesi nedeniyle görevsizlik kararı verilmesinin gerekli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 4.maddesine 5136 sayılı Kanun ile eklenen fıkra; <İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hâkimler ve Savcılar Kurulunun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığınca, bu Kanunun Dördüncü Kitabında yer alan deniz ticaretine ilişkin ihtilaflara bakmak ve asliye derecesinde olmak üzere Denizcilik İhtisas Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin yargı çevresi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenir.> Şeklindedir.
Anılan yasa uyarınca 19.07.2004 tarihli Olur’la İstanbul’da kurulan Denizcilik İhtisas Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 20.07.2004 gün ve 370 sayılı kararı ile faaliyete geçirilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 142.maddesine göre; mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir. Anayasanın kanuni hâkim güvencesi başlığını taşıyan 37.maddesi; <Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.> hükmünü öngörmektedir. Bilimsel çevrelerde ve uygulamada, kanuni hâkim güvence-si, uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olması olarak kabul edilmektedir. 1982 Anayasasını kabul eden Danışma Meclisinin Anayasa Komisyonunun gerekçesinde; <bu suretle davanın olaydan sonra çıkarılacak bir kanunla yaratılan bir mahkeme önüne getirilmesi yasaklanmakta, yani kişiye yahut olaya göre kişiyi yahut olayı göz önünde tutarak mahkeme kurma imkânı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ise tarafsız yargı merciinin ilk gereğidir.> denilmektedir (Prof. Dr. Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara 2005 Gözden Geçirilmiş 8.Baskı, s: 118-119). Dikkat edilecek olursa Anayasadaki bu düzenleme hukuk ya da ceza davaları yönünden herhangi bir ayrım gözetmemiştir ve uyuşmazlığın doğduğu tarihte bu uyuşmazlığı çözecek olan mahkemenin belli olması durumunda yargılama yapacak veya yargılamaya devam edecek mahkemeyi gösteren yasal bir düzenleme yapılmadığı takdirde davanın, mutlaka bu mahkeme tarafından çözüme kavuşturulması Anayasa gereğidir.
6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 1.maddesi; bu kanunu, Türk Medeni Kanununun ayrılmaz bir cüzü (parçası) olarak kabul etmiştir. 4722 Sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesinde de; <Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukuki sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır> denilmekte ve aynı yasanın 3. maddesiyle de yasa ile öngörülen farklı düzenlemeler ayrık tutulmaktadır.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; uyuşmazlık konusunu teşkil eden her hukuki olay, meydana geldiği tarihteki yasal düzenlemelere tabidir ve olayın meydana geldiği zamanda mevcut olan mahkemeler tarafından çözümlenmelidir. Yasa koyucu, Deniz İhtisas Mahkemelerinin kuruluşunu sağlayan 5136 sayılı Yasada, bu mahkemelerin faaliyete geçmesinden önce meydana gelen hadiselere (olaylara), Deniz İhtisas Mahkemelerinin bakacağına dair bir düzenlemeye yer vermemiştir.
O halde yeni bir mahkeme kurulurken o mahkemenin kuruluş yasasında zaman bakımından faaliyete geçme gününden önceki uyuşmazlıklara bakacak mahkemelerle ilgili özel bir düzenleme bulunmadığı takdirde her uyuşmazlık, meydana geldiği tarihte bu işe bakacak olan mahkemece çözümlenecektir. Başka bir anlatımla her dava, açıldığı koşullara göre görülüp sonuçlandırılacaktır.
Dava konusu edilen hukuki uyuşmazlığın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan yasalara göre kurulmuş bulunan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmesi ana kural olmakla birlikte bazen yasal düzenlemelerle böyle bir uyuşmazlığın çözümü yeni kurulan mahkemelere de verilebilmektedir. Bu noktada 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun geçici 1.maddesi; <Aile Mahkemesi kurulan yerlerde bu mahkemeler faaliyete geçtiğinde, yargı çevresinde ve görev alanına giren sonuçlanmamış dava ve işler, yetkili ve görevli aile mahkemelerine devredilir.> hükmünü içermektedir. Anılan yasal düzenlemeye istinaden diğer mahkemeler, Aile Mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işleri bu mahkemelere devretmiştir. Hâlbuki Denizcilik İhtisas Mahkemelerinin kurulmasını öngören 5136 sayılı Yasada, görülmekte olan davaların Denizcilik İhtisas Mahkemesine devri ya da görevsizlikle gönderilmesi yönünde bir düzenleme mevcut değildir.
O halde, Denizcilik İhtisas Mahkemesinin faaliyete geçirildiği tarihten önceki olaylarla ilgili olarak Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış olup derdest bulunan davaların, istek üzerine veya doğrudan doğruya, görevsizlik ya da gönderme kararı ile Denizcilik İhtisas Mahkemesine gönderilmesine olanak bulunmamaktadır.
Somut olayda; dava 01.06.1999 tarihinde Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış; dava görülmekte iken, 5136 sayılı Kanun ile TTK’nun 4.maddesine eklenen fıkra uyarınca İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesi kurularak, 20.07.2004 tarihinde faaliyete geçirilmiştir.
Bu itibarla, yukarıda açıklanan ilke uyarınca taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümleneceği mahkeme, uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olan Asliye Ticaret Mahkemesi olup, dava tarihinden sonra kurulan ve faaliyete geçirilen İstanbul/Denizcilik İhtisas Mahkemesinde davaya bakılması olanaklı değildir.
Hal böyle olunca; temyize konu davanın Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiğine ilişkin Yerel Mahkemece verilen direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Daire’ce incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan davacının işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 11.Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen <Geçici madde 3> atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HUMK'un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.03.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.
Doğum Sonrası Emzirme İzni ve İşçilik Alacakları
T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 1991/9-148
Karar: 1991/245
Karar Tarihi: 08.05.1991
Doğum Sonrası Emzirme İzni ve İşçilik Alacakları
ÖZET: Doğumdan sonra 6 aylık süre ile günde 2 saat olmak üzere verilmesi gereken emzirme iznininde doğumdan sonraki 6 haftalık doğum izninin bitiminden itibaren 2'şer saatin toplamını oluşturan gün süresi olarak hesaplanması gerekir. Ne var ki davacı bu süreyi de aşacak şekilde rapor almıştır. Bu durumda artık emzirme süresinin raporun bitiminde ve emzirme izninin gerçekleşmesinden önce yapıldığının kabulü gerekir. Öte yandan roparların içeriğinden bunların doğum izni süresinin arttırılması niteliğinde olmadığı da görülmektedir. Hastalığın başka bir sebebe ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Açıklanan bütün bu sebeplerden dolayı davacının iş akdinin 2.11.1989 tarihinde sona erdiğinin kabulü gerekir.
(1475 S. K. m. 13, 14, 70)
Dava: Taraflar arasındaki "kıdem, ihbar tazminatı, TİS'den doğan diğer alacaklar" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 4. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 8.11.1990 gün ve 1989/402 1990/3324 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22.1.1991 gün ve 1990/12877 -1991402 sayılı ilamı:
(..Her ne kadar tefhim tarihine göre davalıda 8 günlük temyiz süresini geçirmişse de tefhim olunan kısa karar HUMK.nun 381. ve 388. maddesindeki unsurları taşımadığından ve tebliğinden itibaren süresi içinde temyiz edildiğinden temyizinin süresinde olduğunun kabulüyle yapılan inceleme sonunda;
Davacı doğumdan sonra 6 haftalık doğum iznini kullandıktan sonra 2.11.1989 tarihinde işyerine gelmiştir. İşveren aynı gün tazminatını vermek suretiyle iş aktini feshetmek istemiş, fakat davacı fesih yazısını tebellüğ etmekten imtina etmiştir. Aynı gün emzirme izni istemiş, emzirme izni verilmeyince vizite kağıdı talep etmiş, vizite kağıdıda alamıyınca özel bir doktora giderek toplam 17 günlük iki defa rapor almıştır. Bu arada işveren fesih yazısını 2.11.1989 günü noterlik aracılığıyla tebliğe çıkarmış, teliğat davacıya 15.11.1989 tarihinde yapılmıştır. Görülmektedir ki işveren fesih iradesini 2.11.1989 tarihinde açıklamış, davacı fesihten haberdar olmuş fakat fesih yazısını tebellüğden imtina etmiştir. Böylece fesih beyanı 2.11.1989 tarihide davacıya ulaşmış ve feshin hukuki sonuçları aynı gün hasıl olmuştur. Davacının içeriğini bildiği halde fesih yazısını tebellüğden imtina etmesi iyiniyet kurallarıyla bağdaşmaz. Doğumdan sonra 6 aylık süre ile günde 2 saat olmak üzere verilmesi gereken emzirme iznininde doğumdan sonraki 6 haftalık doğum izninin bitiminden itibaren 2'şer saatin toplamını oluşturan gün süresi olarak hesaplanması gerekir. Ne varki davacı bu süreyi de aşacak şekilde rapor almıştır. Bu durumda artık emzirme süresinin raporun bitiminde ve emzirme izninin gerçekleşmesinden önce yapıldığının kabulü gerekir. Öte yandan roparların içeriğinden bunların doğum izni süresinin arttırılması niteliğinde olmadığında görülmektedir. Hastalığın başka bir sebebe ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Açıklanan bütün bu sebeplerden dolayı davacının iş akdinin 2.11.1989 tarihinde sona erdiğinin kabulü gerekir. Ve bu tarih esas alınmak suretiyle doğan haklara karar verilmeli, doğamayan haklar ise reddedilmelidir. Bu hususlar gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm tessisi isabetsizdir..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlerle ve özellikle, akti fesih bildirimi, bozucu, yenilik doğurucu irade açıklamasıdır. Her ne kadar aktin feshinde bildirimi düzenleyen İş Kanununun 13. maddesinde hizmet akdinin, işleyen süresine göre feshin muayyen müddetler sonunda gerçekleşeceği belirtilmişse de, aynı maddenin (c) fıkrasının 2. bendinde, işverenin, işçinin ihbar önellerine alt ücretini peşin vermek suretiyle, hizmet akdinin feshedebileceği hükme bağlanmıştır.
Somut olayda da davalı işveren akdi feshettiğini bildirdiği tarih itibariyle davacının tüm yasal haklarını ödemeye hazır olduğunu açıklıkla belirtmiş durumdadır. Hukuk Genel Kurulunun 24.6.1983 ve 257/748 sayılı kararında da açıklandığı üzere, derhal fesih durumunda, bildirim önellerinin hizmet süresine eklenmesi ve bu süre içerisinde gerçekleşecek hakların, kıdem tazminatlarına yansımasından söz edilemez. Bu esasa aykırı olarak Toplu İş Sözleşmesine konulmuş hükümler geçersizdir. Bu itibarla Hukuk Genel Kurulunca da aynen benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 08.05.1991 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Feshin Geçersizliği ve İşe İade Davası
T.C. YARGITAY
9.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/12454
Karar: 2013/32034
Karar Tarihi: 05.12.2013
Feshin Geçersizliği ve İşe İade Davası
ÖZET: Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Gerekli araştırmanın yapılarak davalı Bi Birleşik Makine ve Montaj Sanayi Tic. Ltd. Şti ’ye ait fesih tarihinde tüm Türkiye genelinde aynı iş kolunda başka işyeri bulunup bulunmadığı kurumdan araştırılıp varsa işçi sayılarını gösteren belgelerin celp edilerek 30 işçi sayısı şartının gerçekleşip gerçekleşmediği ortaya konmalıdır. Davalıya ait başka işyeri olmadığı ortaya çıkarsa doğrudan ret kararı verilmemeli davacının iş sözleşmesinin feshinden önce iş sözleşmeleri feshedilen işçilerin işe iade davaları olup olmadığı araştırılıp değerlendirilmelidir.
(4857 S. K. m. 2, 4, 18) (2821 S. K. m. 60) (9. HD. 24.03.2008 T. 2007/27699 E. 2008/6006 K.) (9. HD. 21.07.2008 T. 2008/25552 E. 2008/20932 K.)
Dava: Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalılardan Birleşik Makina ve Montaj San. Ve Tic. Ltd. Şti. tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi E. S. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Karar: A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı davalı işyerinde 01.03.2010 tarihinde çalışmaya başladığını, 28.02.2011 tarihinde iş akdinin haksız ve geçerli bir neden olmaksızın feshedildiğini, fesih işleminin haksız ve geçersiz olduğunun tespitiyle işe iadesini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı BMS Birleşik Makina ve Montaj San. ve Tic. Ltd. Şti. cevap dilekçesinde özetle; M. İnş. ve Tic. A.Ş.’nin taşeronu olarak İ. 2 nolu Sinter Fabrikası Şantiyesi işini üstlendiklerini, davacının da şantiyede çalıştırılmak üzere 03.03.2010 tarihinde işe başlatıldığını, işin tamamlanması aşamasına gelmeleri nedeniyle işçi sayısında kademeli olarak azaltmaya gidildiğini, davacının iş akdinin feshedildiği 28.02.2011 tarihinde şantiyede çalışan işçi sayısının 28 olduğunu, aynı gün davacı işçi ile birlikte toplam 4 işçinin iş akdinin feshedildiğini, 28.02.2011 tarihi itibariyle çalışan işçi sayısının 30’un altında olduğunu, ayrıca cevap tarihi itibariyle işin fiilen tamamlandığını ve kesin kabul aşamasına gelindiğini, bu nedenle ihtiyaçtan fazla işçi çalıştırmanın mantığının olmadığını beyan ederek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı M. İnş. ve Tic. A.Ş. 15.04.2011 havale tarihli beyan dilekçesinde; davacının taşeron firma olan BMS Birleşik Makina ve Montaj San. ve Tic. Ltd. Şti. işçisi olduğunu beyan etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece davalı M. İnş. ve Tic. A.Ş. yönünden reddine, diğer davalı BMS Birleşik Makine ve Montaj San. ve Tic. Ltd. Şti. yönünden davanın kabulü ile davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı BMS Birleşik Makina ve Montaj San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
4857 sayılı İş Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilmesi için fesih bildiriminin yapıldığı tarihte işyerinde 30 ve daha fazla işçi çalıştırılması gerekir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan işçi sayısına göre belirlenir.
4857 sayılı İş Kanunu'nun 2/2 maddesine göre, İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır. İşyeri, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür. Yine aynı kanunun 18/4 maddesi uyarınca, işverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir. Keza 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 60/2 maddesi uyarınca bir işyerinde yürütülen asıl işe yardımcı işler de, asıl işin dahil olduğu iş kolundan sayılır.
Otuz işçi sayısının belirlenmesinde belirli-belirsiz süreli, tam- kısmi süreli, daimi-mevsimlik iş sözleşmesi ile çalışanlar arasında bir ayırım yapılamaz. Fesih bildirimin yapıldığı tarihte 30 işçi sayısının tespitinde göz önünde bulundurulacak işçinin iş sözleşmesinin devam etmekte olması yeterli olup, ayrıca fiilen çalışıyor olması gerekmemektedir. Ancak hastalık, iş kazası, gebelik yada normal izin ve benzeri nedenlerle ayrılan işçi yerine bu süre için ikame işçi temin edilmiş ise, 30 işçi sayısında ikame edilen işçi dikkate alınmayacaktır. Konumu itibarıyla güvence kapsamı içerisinde olmayan işveren vekillerinin ve yardımcılarının da işyerinde çalışan işçi sayısının belirlenmesinde dikkate alınması gerekir. Dairemizin uygulaması bu yöndedir. (24.03.2008 gün ve 2007/27699 Esas, 2008/6006 Karar sayılı ilamımız).
Fesih bildirim tarihinden önce iş sözleşmesi feshedilen, bu nedenle feshin geçersizliği davası açıp, lehine feshin geçersizliğine karar verilen işçinin işverene işe başlatılması için başvurusu halinde, adı geçen işçinin de 30 işçi sayısında değerlendirilmesi gerekir. Böyle bir durumda feshin geçersizliğine ilişkin dava sonuçlanmamış ise, bekletici mesele yapılarak sonucu beklenmelidir.
İş Kanunu kapsamı dışında kalan ve işçi sıfatını taşımayan çırak, stajyer ve meslek öğrenimi gören öğrencilerle süreksiz işlerde çalışanlar, keza işyerinde ödünç(geçici) iş ilişkisi ile çalıştırılanlar ile alt işveren işçileri o işyerinde çalışan işçi sayısının belirlenmesinde hesaba katılmazlar. Alt işverenin işçileri otuz işçi kıstasının belirlenmesinde dikkate alınmazlar; fakat, iş güvencesi hükümlerinden kaçmak amacıyla, işçilerin bir kısmının muvazaalı olarak taşeron işçisi olarak gösterilmesi halinde, bu işçilerin de işçi sayısına dahil edilmesi gerekir. Daha açık bir anlatımla, alt işverenlik ilişkisinin geçersiz sayılması gereken hallerde taraflarca alt işveren sayılan kişiye bağlı olarak çalışanlar otuz işçi sayısının tespitinde hesaba katılmalıdır. Alt işverenin işçileri ile geçici işçi sağlayan işverenle iş sözleşmeleri devam eden geçici işçiler, kendi işverenlerinin işyerlerinde sayının belirlenmesinde hesaba katılırlar. Ancak tarafların geçici iş ilişkisinde gönderen işveren olarak nitelendirdikleri; fakat aslında <bodro işvereni> olarak faaliyet gösteren ve yaptıkları iş, işverenlerine işçi temin etmekten ibaret olanlara kayıtlı bulunan işçiler de sayı ölçütünde göz önünde bulundurulmalıdır.
4857 sayılı İş Kanunu, elliden fazla işçi çalıştıran tarım ve orman işçilerinin yapıldığı işyerleri ve işletmeleri kapsamı içine aldığından (İş K. mad. 4/b), bu işyeri ya da işletmede çalışanlar da iş güvencesinden yararlanır. Buna karşılık, 50’den az (elli dahil) işçi çalıştıran tarım işyerlerinde çalışanlar İş Kanunu’nun kapsamı dışından kalacağından, bu yerlerde 30’dan fazla işçi çalıştırılsa dahi (örneğin, 40 işçi), bu işçilere iş güvencesi hükümleri uygulanmayacaktır. 50 İşçinin tespitinde, sadece tarım işçileri değil; diğer işçiler de dikkate alınmalıdır.
Özellikle grup şirketlerinde ortaya çıkan bir çalışma biçimi olan birlikte istihdam şeklindeki çalışmada, işçilerin bir kısmı aynı anda birden fazla işverene ve birlikte hizmet vermektedirler. Daha çok yönetim organizasyonu kapsamında birbiriyle bağlantılı olan bu şirketler, aynı binalarda hizmet verebilmekte ve bir kısım işçiler iş görme edimini işverenlerin tamamına karşı yerine getirmektedir. Tüm şirketlerin idare müdürlüğünün aynı şahıs tarafından yapılması, şirketlerin birlikte kullandığı işyerinde verilen muhasebe, güvenlik, ulaşım, temizlik, kafeterya ve yemek hizmetlerinin yine tüm işverenlere karşı verilmiş olması buna örnek olarak gösterilebilir. Bu gibi bir ilişkide, tüm şirketlere hizmet veren işçiler ile sadece davalı şirkete hizmet veren işçilerin 30 işçi kıstasında dikkate alınması gerekir. İşçi tüm şirketlere hizmet ediyor ise, o zaman tüm şirketlerdeki işçi sayısı dikkate alınmalıdır.
Sendika işyeri temsilcileri için işyerinde 30 işçi çalışma koşulu aranmamalıdır. (Dairemizin 21.07.2008 gün ve 2008/25552 Esas, 2008/20932 Karar sayılı ilamımız).
Dosya içeriğine göre somut uyuşmazlıkta davalı BMS Birleşik Makine ve Montaj Sanayi Ltd. Şti. cevap dilekçesinde kendilerinin diğer davalı M. İnşaat ve Tic. A.Ş.’nin taşeronu olarak İ. 2 Nolu Sinter Fabrikası Projesi Şantiyesi işini üstlendiklerini sigorta sicil numaralarının 44399.01.01.1050320.031.05.32.002 olduğunu, fesih tarihinde çalışan işçi sayısının 28 olduğunu belirterek 2011 yılı Şubat ayına ilişkin sigorta bildirgesini sunmuştur. Söz konusu sigorta bildirgesi incelendiğinde davacının iş sözleşmesinin feshedildiği 28.02.2011 tarihinde aynı gün iş sözleşmesi feshedilenlerle birlikte 28 işçinin çalıştığı görünmektedir. Her ne kadar dönem bildirgesinde toplamda 31 işçi görülmekteyse de, bildirgede ismi bulunan G. B.’ın ve F. E.’ın 25.02.2011 tarihinde, A. K.’un ise 23.02.2011 tarihlerinde çıkışları verildiği, söz konusu işçilerin iş sözleşmelerinin fesihlerinin davacının iş sözleşmesinin feshinden önce olduğu anlaşılmaktadır.
Dairemizce davalı BMS Birleşik Makine ve Montaj Sanayi Ltd. Şti’ne ait tüm Türkiye genelindeki aynı iş kolundaki işyerlerinde fesih tarihi olan 28.02.2011 tarihinde çalışan işçi sayısını gösterir belgelerin getirtilmesi konusunda geri çevirme yapılmıştır. Davacının sigorta hizmet cetvelinde 28.02.2011 tarihinde 1050320 sicil numaralı işyerinden çıkış yapıldığı görülmektedir. Söz konusu işyeri sicil numarası salt <1050320> olarak kurumca sorgulandığında diğer davalı M. İnşaat ve Ticaret A.Ş. ait işyeri bildirgeleri çıkartılarak gönderilmiştir. Halbuki davacı 44399.01.01.1050320.031.05.32.002 sicil numaralı BMS Birleşik Makine ve Montaj Sanayi Tic. Ltd Şti’ye ait işyerinde sigortalı olarak görünmektedir.
Buna göre gerekli araştırmanın yapılarak davalı BMS Birleşik Makine ve Montaj Sanayi Tic. Ltd. Şti ’ye ait fesih tarihinde tüm Türkiye genelinde aynı iş kolunda başka işyeri bulunup bulunmadığı kurumdan araştırılıp varsa işçi sayılarını gösteren belgelerin celp edilerek 30 işçi sayısı şartının gerçekleşip gerçekleşmediği ortaya konmalıdır. Davalıya ait başka işyeri olmadığı ortaya çıkarsa doğrudan ret kararı verilmemeli davacının iş sözleşmesinin feshinden önce iş sözleşmeleri feshedilen işçilerin işe iade davaları olup olmadığı, varsa sonucu yukarıdaki anlatılan ilkeye göre araştırılıp değerlendirilmelidir. Ayrıca davalı BMS Birleşik Makine ve Montaj Sanayi Tic. Ltd Şti’nin diğer davalının taşeronu olduğu belirtildiğinden davalıların ticaret sicil kayıtları getirtilmeli aralarında organik bağ olup olmadığı tespit edilmeli, davalılar arasındaki sözleşme getirtilmeli, davalı BMS Birleşik Makine ve Montaj Sanayi Tic. Ltd Şti’nin üstlendiği işin ne olduğu, muvazaalı bir ilişki bulunup bulunmadığı veya birlikte istihdam olup olmadığı araştırılmalı sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik araştırmayla yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 05.12.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Gece Çalışması
T.C. YARGITAY
22.Hukuk Dairesi
Esas: 2012/25646
Karar: 2013/15728
Karar Tarihi: 27.06.2013
Gece Çalışması
ÖZET: Somut olayda, davacı gece çalışması yaptığını iddia etmektedir. Davalı tanığı davacının …yılından sonra … saatleri arasında … saatlik vardiyalar halinde çalıştığını söylemiştir. Buna göre davacının gece çalışması yaptığı haftalar tespit edilerek gece vardiyalarına denk gelen çalışmaları nedeniyle yedi buçuk saati aşan çalışmasının olup olmadığı belirlenmelidir. Bu süreyi aşan kısım var ise buna göre fazla mesai alacağı hesaplanmalıdır. Açıklanan hususlar dikkate alınmaksızın fazla mesai alacağının reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
(1475 S. K. m. 14) (4857 S. K. m. 17, 32, 41, 57, 69)
Dava: Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, günlük yıllıkla fazla çalışma ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi G. D. Y. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Karar: Davacı, kıdem ve ihbar tazminatlarıyla fazla mesai, ücret, yıllık izin ödenmediğinden bahisle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı kanuni süresi içinde davacı vekili temyiz etmiştir.
1. Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2. Uyuşmazlık fazla mesai alacağı noktasında toplanmaktadır.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Günlük çalışma süresinin onbir saati aşamayacağı Kanunda emredici şekilde düzenlendiğine göre, bu süreyi aşan çalışmaların denkleştirmeye tabi tutulamayacağı, zamlı ücret ödemesi veya serbest zaman kullanımının söz konusu olacağı kabul edilmelidir.
Yine işçilerin gece çalışmaları günde yedibuçuk saati geçemez (İş Kanunu, Md. 69/3). Bu durum günlük çalışmanın, dolayısıyla fazla çalışmanın sınırını oluşturur. Gece çalışmaları yönünden, haftalık kırkbeş saat olan kanuni çalışma sınırı aşılmamış olsa da günde yedibuçuk saati aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti ödenmelidir. Dairemizin kararları da bu yöndedir.
Somut olayda, davacı gece çalışması yaptığını iddia etmektedir. Davalı tanığı davacının 2007 yılından sonra 08.00-18.00 ve 18.00-08.00 saatleri arasında oniki saatlik vardiyalar halinde çalıştığını söylemiştir. Buna göre davacının gece çalışması yaptığı haftalar tespit edilerek gece vardiyalarına denk gelen çalışmaları nedeniyle yedibuçuk saati aşan çalışmasının olup olmadığı belirlenmelidir. Bu süreyi aşan kısım var ise buna göre fazla mesai alacağı hesaplanmalıdır. Açıklanan hususlar dikkate alınmaksızın yazılı şekilde fazla mesai alacağının reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 27.06.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Geçerli Şekilde Ortaklık İlişkisinin Kurulmadığının Tespiti
T.C. YARGITAY
11.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/7832
Karar: 2013/23731
Karar Tarihi: 30.12.2013
Geçerli Şekilde Ortaklık İlişkisinin Kurulmadığının Tespiti
ÖZET: Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti, hukuka aykırı şekilde kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğü ve davalılar tarafından tahsil edilen paranın istirdadına ilişkindir. Davacının sahih bir şekilde davalı şirkete ortak olup olmadığının belirlenmesi gerektiğinden mahkemece bilirkişi kuruluna davalının tüm ticari defter ve kayıtları ve ayrıca hisse devir tarihinden dava tarihine kadar davalı şirketin yapmış olduğu genel kurullara ait tutanaklar ve hazirun cetvelleri incelettirilmek suretiyle davacıya verilen hisse senedinin bir değerinin bulunup bulunmadığı, bu hisselerin davalı şirketin sermayesinde temsil edilip edilmediği, genel kurullarda sermayenin ne şekilde temsil edildiği hususları açıklığa kavuşturulmalı ve bu inceleme sonucunda davacının ortaklığının sahih olmadığı, pay defterindeki kaydın diğer kayıtlarla örtüşmediği anlaşıldığı taktirde bu aşamadan sonra davacının zararından davalıların haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak davalının hukuki durumunun buna göre tayin ve takdir edilmesi ve davalının zamanaşımı def'inin de buna göre değerlendirilmesi suretiyle oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar vermek gerekir.
(6762 S. K. m. 329)
Dava: Taraflar arasında görülen davada Yozgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 10.05.2012 tarih ve 2010/379-2012/396 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Erol Kaplan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Karar: Davacı vekili, müvekkilinin 21.08.2006 tarihli devir tutanağı ile Yimpaş Verwaltungs Gmbh'deki hisselerini davalı şirkete devrettiğini, müvekkilinin anılan şirkete, şirket yetkilileri tarafından yüksek kar payı verileceği ve her istenildiği an geri ödeneceği vaadiyle kandırılması sonucu parasını yatırdığını, aynı şekilde yurt dışında yaşayan birçok kişiden para toplandığını, davalı ile müvekkili arasında geçerli bir ortaklık ilişkisinin kurulmadığını, davalı şirketin yönetim kurulu başkanı olan D. U.'ın usulsüz işlemleri nedeniyle yargılandığını ileri sürerek, geçerli bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığının tespitine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL'nin avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının müvekkili şirketin ortağı olduğunu, bu ortaklığın mevzuata uygun geçerli bir ortaklık niteliğinde bulunduğunu, müvekkili şirketin Sermaye Piyasası Kurulu kaydında olan, bu kurul ve diğer ilgili tüm resmi makamlar ile özel denetçiler tarafından faaliyetleri denetlenen çok ortaklı halka açık anonim şirket olduğunu, TTK'nın 329. ve 405. maddeleri gereğince anonim şirket ortaklarının sermaye olarak şirkete verdiklerini geri isteyemeyeceklerini, müvekkili şirketin tasfiye halinde olmadığını, zamanaşımı süresinin dolduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davalının yüksek kar payı verme ve her istenildiğinde geri alınması vaadi ile davacıdan para aldığı, davalının eyleminin nitelikli dolandırıcılık vasfında olduğu, bu itibarla geçerli bir ortaklık ilişkisinin kurulmadığı gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile taraflar arasında ortaklık ilişkisinin bulunmadığının tesbitine, 10.000,00 TL’nin kanuni faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti, hukuka aykırı şekilde kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğü ve davalılar tarafından tahsil edilen paranın istirdadına ilişkin olup davalı taraf, davacının şirket ortağı olduğunu ve TTK'nın 329-405. maddeleri gereğince ödediği parayı geri isteyemeyeceğini savunmuş ve mahkemece de yukarıda yazılan gerekçeyle bilirkişi raporu alındıktan sonra davalının eylemi nitelikli dolandırıcılık olarak değerlendirilmek suretiyle davalının zamanaşımı def''inin reddiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı, davacının ortak olmak amacıyla para verdiğini, kendisine hisse senedi verildiğini ve geçerli bir şekilde ortaklık ilişkisinin kurulduğunu savunduğuna göre evvelemirde davacının davalı şirkete gerçekten ortak olup olmadığının tespiti ve davalının zamanaşımı def'inin de buna göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Mahkemece, bu hususun tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilerek bilirkişilere davalı şirketin ticari defter ve kayıtlarını inceleme yetkisi verilmiş ise de bilirkişi kurulu raporlarında, davalı şirkete ait pay defterleri, mali tabloları ve genel kurul tutanaklarının incelemeye sunulduğunu beyanla davacının ortaklar pay defterinde kaydı bulunduğundan bahisle pay senedi almak suretiyle ortak olduğunu bildirmişler, davalının haksız fiil sorumluluğunun bulunup bulunmadığı hususunun ise yabancı mahkeme kararlarındaki iddiaların varit görülüp görülmemesine göre değişeceğini ve mahkemenin takdirinde olduğunu belirtmişlerdir. Oysa, mahkemenin kararının gerekçesinde de özetlenen SPK raporunda davalı şirketin resmi kayıtlardan ayrı olarak ikincil kayıtlar tuttuğu belirtilmekte olup, bilirkişi incelemesine sunulan pay defterindeki kayıtların gerçeği yansıtıp yansıtmadığı belli değildir. Davacının dayandığı devir tutanağına göre davacı yabancı şirketteki hisselerini Yimpaş grubu şirketlerinden hisse almak için Yimpaş Holding A.Ş.'ye devretmiş olup bilirkişi kurulu bu yönden bir inceleme yapmamış, davacının sahibi olduğu belirtilen payların davalı şirketin sermayesi içinde temsil edilip edilmediği üzerinde durulmamıştır.
Bu durumda, Dairemizden geçen emsal dosyalarda da belirtildiği üzere tarafların iddia ve savunmaları gözetildiğinde evvelemirde davacının sahih bir şekilde davalı şirkete ortak olup olmadığının belirlenmesi gerektiğinden mahkemece bilirkişi kuruluna davalının tüm ticari defter ve kayıtları ve ayrıca hisse devir tarihinden dava tarihine kadar davalı şirketin yapmış olduğu genel kurullara ait tutanaklar ve hazirun cetvelleri incelettirilmek suretiyle davacıya verilen hisse senedinin bir değerinin bulunup bulunmadığı, bu hisselerin davalı şirketin sermayesinde temsil edilip edilmediği, genel kurullarda sermayenin ne şekilde temsil edildiği hususları açıklığa kavuşturulmalı ve bu inceleme sonucunda davacının ortaklığının sahih olmadığı, pay defterindeki kaydın diğer kayıtlarla örtüşmediği anlaşıldığı taktirde bu aşamadan sonra davacının zararından davalıların haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak davalının hukuki durumunun buna göre tayin ve takdir edilmesi ve davalının zamanaşımı def'inin de buna göre değerlendirilmesi suretiyle oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar vermek gerekirken davacının ortak olup olmadığı açıklığa kavuşturulmadan davalının eyleminin dolandırıcılık olarak nitelendirilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 30.12.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Hisse Senedi Devir İşleminin İptali İstemi
T.C. YARGITAY
11.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/7338
Karar: 2013/14564
Karar Tarihi: 10.07.2013
Hisse Senedi Devir İşleminin İptali İstemi
ÖZET: Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, taraflar arasında düzenlendiği çekişmesiz olan … tarihli protokol uyarınca davacının davalı şirkete devretmesi gereken taşınmazı devretmediği, aynı şekilde şirketin de davacıya bir adet taşınmazı devretmesi gerekirken bu yükümlülüğü yerine getirmediği, bu haliyle her iki tarafın da kendi edimlerine aykırı hareket ettikleri, davacının kanun maddesinde öngörülen biçimde sözleşmeden dönme hakkını kullanmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir. Usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanması gerekmiştir.
(818 S. K. m. 106, 211)
Dava: Taraflar arasında görülen davada İstanbul Anadolu 3. Asliye Ticaret (Kadıköy 3. Asliye Ticaret) Mahkemesi’nce verilen 22.05.2012 tarih ve 2007/405-2012/591 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi E. K. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Karar: Davacılar vekili asıl ve birleşen davada, müvekkillerinin davalı şirketin ortakları olduklarını, müvekkillerince sahip oldukları davalı şirket hisse senetlerinin bir kısmının davalı gerçek kişiye devri hususunda 17.02.2001 tarihli protokolün düzenlendiğini, hisse senetlerinin devri karşılığında davalı gerçek kişinin de diğer davalı şirketin borçları ile müvekkili K. O. ile S. O.'un borçlarını ödemeyi üstlendiğini, anılan protokol uyarınca müvekkillerinin hisse devrini gerçekleştirdiklerini, ancak davalı M. K.'ın müvekkiline ait şahsi borçlarını tamamı ile şirket borcunun bir kısmını ödemediğini, ayrıca müvekkilinin aslında davalı M. K.'a vemiş olduğu 240.000 TL bedelli senedin adı geçenin kardeşi tarafından icra takibine konu edildiği ve bu nedenle müvekkilinin gayrimenkullerine haciz konulduğunu, oysa yukarıda değinilen protokolde konulan hacizlerin kaldırılmasının da öngörüldüğünü, davalı tarafın buna da yanaşmadığını, protokol şartlarının davalı tarafından yerine getirilmemesi ve şirketin mevcut durumu itibariyle borçların ödenmesinin mümkün olmaması, aradan geçen 6 yıla rağmen borçların ödenmesi konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmemesi nedenleriyle hisse devrinin iptalinin gerektiğini ileri sürerek, davalı M. K.'a devredilen 25.000 TL nominal değerli hisse senedi devir işleminin iptaline ve ortaklar pay defterinde gerekli düzeltmenin yapılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı M. K.vekili asıl davada, müvekkilinin protokolde öngörülen borçları ödediğini, davacının ödenmediğini ileri sürdüğü borçların bizzat davacının talebi ile ödenmediğini, ancak daha sonra dava konusu olan ve kesinleşen bu borçların da ödendiğini, davacının protokol gereğince devretmesi gereken taşınmazları devretmeyerek kendi edimlerini yerine getirmediğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı şirket vekili birleşen davada, davacının protokolde kendisine yüklenen edimleri yerine getirmediğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, taraflar arasında düzenlendiği çekişmesiz olan 17.02.2001 tarihli protokol uyarınca davacının davalı şirkete devretmesi gereken taşınmazı devretmediği, aynı şekilde şirketin de davacıya bir adet taşınmazı devretmesi gerekirken bu yükümlülüğü yerine getirmediği, bu haliyle her iki tarafın da kendi edimlerine aykırı hareket ettikleri, davacının 818 sayılı BK'nın 106. maddesinde öngörülen biçimde sözleşmeden dönme hakkını kullanmadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, anonim şirket hisse devrinin menkul satışı niteliğinde olmasına ve somut olaya uygulanması gereken mülga 818 sayılı BK'nın 211/ son maddesi uyarınca satılanın istirdadı için bu hakkın ayrıca saklı tutulmasının gerekmesine, aksi halde ancak satılanın bedelinin istenilmesinin mümkün olmasına, somut olayda ise davacı tarafça bedelin istenilmemesine göre davacılar vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, temyiz harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 10.07.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
İş Kazası Sonucu Ölüm Nedeniyle Maddi ve Manevi Tazminat Davası
T.C. YARGITAY
21.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/21137
Karar: 2014/3560
Karar Tarihi: 03.03.2014
İş Kazası Sonucu Ölüm Nedeniyle Maddi ve Manevi Tazminat Davası
ÖZET: Davacı, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Davacılarca belirlenen miktar aşılmadıktan sonra ayrı bir dava ile aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı olan diğer davalılardan manevi zararın konusu olarak belirlenen bu miktarın istenebilmesi manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi gereği mümkün olmayan bir durum değildir. O halde mahkemece hatalı değerlendirme ile öncesinde kendisi aleyhine manevi tazminat isteminde bulunulmayan davalı şirket … A.Ş. aleyhine davacıların ayrı bir dava olarak açtıkları manevi tazminat istemini içerir davanın reddi doğru olmamıştır.
(818 S. K. m. 56) (YHGK 25.09.1996 T. 1996/21-397 E. 1996/637 K.) (YİBK 22.06.1966 T. 1966/7 E. 1966/7 K.)
Dava: Davacı, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Karar: 1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davacılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Dava 14.07.2008 tarihindeki iş kazasında yaşamını yitiren sigortalının hak sahibi anne, baba ve kardeşinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, asıl dava bakımından maddi tazminat davalarının reddine, tüm davacılar için 1.500,00'er TL manevi tazminatın davalılar E...ile İ...tahsiline karar verilirken davalı şirket E... San. Tic. A.Ş aleyhine açılan ve yargılama sırasında birleşen manevi tazminat davasının reddine karar verilmiştir.
Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden, 14.07.2008 tarihindeki zararlandırıcı sigorta olayının iş kazası olduğu. Kazanın oluşumunda %30 oranında kazalı S...ın mütefarik kusurunun olduğu, hükme esas alınan hesap raporunda davacıların maddi zararının Kurum tahsisleri ile karşılanmış olduğunun belirtildiği, davacıların 24.03.2009 tarihinde açtıkları asıl dava ile maddi tazminat istemleri bakımından tüm davalılardan, manevi tazminat istemleri bakımından ise yalnızca davalılar E... ile İ... dan tahsile karar verilmesini istedikleri, davacıların sonrasında 27.04.2011 tarihinde açtıkları ayrı bir dava ile davalı şirket E... San. Tic. A.Ş'den de aynı olay nedeniyle manevi tazminat talep ettikleri, Mahkemece davaların birleştirildiği, birleşin davada talep olunan manevi tazminat miktarlarının davacı anne ve baba için artırıldığı anlaşılmıştır.
Uyuşmazlık, hüküm altına alınan tazminatların miktarı ve manevi manevi tazminatın bölünmezliği ilkesinin yorumlanması noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten, hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler, o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle, manevi tazminatın bölünmesi, bir kısmının dava konusu yapılması kalanın saklı tutulması olanağı yoktur. Niteliği itibariyle manevi tazminat bölünemez. Bir defada istenilmesi gerekir. Yargıtay H.G.K'nun 25.9.1996 gün ve 1996/21-397-637 karar ile 13.10.1999 gün ve 1999/21-684-818 sayılı kararı da bu doğrultudadır. Bu noktada manevi tazminatın bölünemezliği ilkesi gereği fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulması, ıslah ya da ek dava yolu ile istek miktarının artırılması olanaklı değildir.
Bunun yanında aralarında mecburi dava arkadaşlığı söz konusu olmayan kişiler bakımından davacının tüm ilgilileri hasım göstererek dava açma zorunluluğu da yoktur. Bu durumda davacının haksız fiilde sorumluluğu olan bir kısım ilgilileri dava dışı bırakma, bu kişiler bakımından davasını sonradan ikame etme imkanı her zaman mevcuttur. Bu halde yani aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı olan bir kısım ilgililer bakımından sonradan manevi tazminat davası açılması halinde manevi tazminatın bölünmezliği ilkesine aykırı bir durum söz konusu olmaz.
Ayrıca Borçlar Kanunu’nun 56. maddesi hükmüne göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile sigortalı yakınlarına verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, davacının sürekli iş göremezlik oranı, işçinin yaşı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, hükmedilecek tutarın manevi tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği de söz götürmez ve yine 22.06.1966 gün 1966/7-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde de açıklandığı üzere zarar görenin müterafik kusurunun varlığı halinde bu durumun manevi tazminatın takdirinde göz önünde bulundurulması gerekir.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olayda davacılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğu, davacıların 24.03.2009 tarihinde açtıkları ilk davada davalı E... San. Tic. A.Ş den manevi tazminat taleplerinin olmadığı, davacıların 27.04.2011 tarihli dava ile bu davalı şirketten de manevi tazminat talep ettikleri hususlarında tartışma bulunmamaktadır. Bu noktada yukarıda da değinildiği üzere davacılar tarafından davalı şirket aleyhine sonradan manevi tazminat davası ikame edilmesi manevi tazminatın bölünmezliği ilkesine aykırılık teşkil etmez. Zira bu ilke ile sınırlandırılan husus davacıların yaşadıkları acı ve elemin karşılığını yalnızca bir kez belirleyebilmeleri, manevi zararın miktarı bir kez belirlendikten sonra bu miktarı aşacak taleplerde bulunamamaları hususudur. Yani davacılarca belirlenen miktar aşılmadıktan sonra ayrı bir dava ile aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı olan diğer davalılardan manevi zararın konusu olarak belirlenen bu miktarın istenebilmesi manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi gereği mümkün olmayan bir durum değildir. O halde mahkemece hatalı değerlendirme ile öncesinde kendisi aleyhine manevi tazminat isteminde bulunulmayan davalı şirket E...San. Tic. A.Ş aleyhine davacıların ayrı bir dava olarak açtıkları manevi tazminat istemini içerir davanın yazılı gerekçe ile reddi doğru olmamıştır.
Bunun yanında olay tarihine, tarafların kusur dağılımına ve sosyal ekonomik durumlarına göre davacılar yararına hükmedilen 1.500,00'er TL tutarlı manevi tazminatlar da azdır.
O halde, davacılar vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
Sonuç: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 03.03.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.
İş Kolu Tespitinde Alt İşveren İşçilerinin Durumu
T.C. YARGITAY
9.Hukuk Dairesi
Esas: 2014/2891
Karar: 2014/4472
Karar Tarihi: 13.02.2014
İş Kolu Tespitinde Alt İşveren İşçilerinin Durumu
ÖZET: Alt işverenlerin işyeri ya da işyerleri coğrafi olarak asıl işverenin işyeri içinde yer alsa bile hukuken ayrı işyeri ya da işyerleri niteliğindedir. Alt işveren, asıl işverenden ayrı olarak işveren sıfatına sahiptir. Alt işveren işyeri ya da işyerleri için yapılacak işkolu tespitinin asıl işverenin işyeri ya da işyerlerinden bağımsız yapılması gerektiği açıktır. Mahkemece yetersiz bilirkişi raporuna göre davacı şirketin hizmet alım sözleşmeleri kapsamında işyerlerinde yaptığı tüm işlerin sağlık işkoluna giren işlere yardımcı iş olarak kabul edilip davanın reddedilmesi hatalıdır.
(2821 S. K. m. 4, 60) (İşkolları Tüzüğü m. 3)
Dava: Davacı, iş kolu tespitinin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, davayı reddetmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi P. A. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Karar: A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekilinin dava dilekçesinde özetle: müvekkili şirket ile T.C Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği arasında mevcut hasta yönlendirme ve danışma elemanı hizmet alım işi ve Eyüp Devlet Hastanesi Başhekimliği arasında mevcut veri hazırlama kontrol işletmeni karşılama yönlendirme ve danışma elemanı hizmet alım işini ihale yolu ile üstlendiğini, T. Sağlık İş Sendikasının işkolu tespit talebine binaen T.C Sağlık Bakanlığı 2012/19 K.nolu İşkolu Tespit Kararı verildiğini, bu kararın 13.04.2012 tarihinde resmi gazetede yayınlandığı, ancak kendilerine tebliğ edilmediğini, İşkolu tebliğ kararında davacı şirketin İşkolları Tüzüğünün 24. sıra numaralı Sağlık İşkolunda yer aldığını, bu kararın haksız ve dayanaksız olduğunu, davacı müvekkili şirketin ana sözleşmesinde faaliyet konusunun bilgi işlem, temizlik, teknik hizmet ve gıda olduğunu, davacı şirkette 4119 işçinin çalıştığını bu işçilerden 3107 işçinin bilgi işlem, 850 işçi temizlik, 91 işçinin gıda-yemek 71 işçinin ise teknik hizmet işinde çalıştığını, davacı şirketin esas işinin bilgi işlem işi olduğunu, diğer işlerin tali işler olduğunu, bu nedenle 2821 sayılı Sendikalar Kanunun 4.maddesi ve İşkolları Tüzüğünün 3.maddesi gereğince 28 numaralı Genel İşler İşkolunda yer alması gerektiğini iddia ederek işkolu tespitine ilişkin kararın iptal edilmesini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekilinin, 09/07/2012 tarihli cevap dilekçesinde özetle: dava tarihinin 30.04.2012 tarihli olduğunu bu nedenle 15 günlük hak düşürücü sürede açılıp açılmadığının incelenmesi gerektiği, davacı şirketin işkolu tespitinde bulunduğunu, Bakanlıkça yapılan incelemede İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği arasında mevcut hasta yönlendirme ve danışma elemanı alım işi ve Eyüp Devlet Hastanesi Başhekimliği arasında mevcut veri hazırlama kontrol işletmeni karşılama yönlendirme ve danışma elemanı hizmet alım işini yürütmesi nedeniyle 2821 sayılı Kanuna göre çıkarılan işkolları tüzüğünün 24.sıra numaralı Sağlık işkolunda yer aldığı tespit edilerek 2012/19 karar nolu iş kolu tespit kararının 13.04.2012 tarih 28263 sayılı resmi gazetede yayınlandığını belirterek yersiz açılan davanın reddini talep etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, dosyaya ibraz edilen teknik şartnamede İstanbul Eyüp Devlet Hastanesi'nde 49 işçinin veri hazırlama işletmeni, 11 kişinin karşılama yönlendirme ve danışma elemanı olarak istihdam edileceği, yapılacak işlerin niteliği ve işin yapıldığı yer itibariyle iş kolu tespitinde asıl ölçütün o iş yerinde görülmekte olan işlerin niteliği olduğu, davacı şirkete ait işçilerin yaptığı görevlerin asıl işe yardımcı işlerden olduğu 2821 sayılı Yasanın 60. maddesi uyarınca bir iş yerinde yürütülen asıl işe yardımcı işlerde asıl işin dahil olduğu iş kolundan sayılmasının gerekeceği, asıl işin yapıldığı yerde sağlık hizmetinin verildiği, hastanenin çeşitli birimlerinde görev yapan kişilerin değişik şirketler üzerinde hastanede aynı işi uzun süredir yapmakta oldukları, hastanede işyerinde talimat verme yetkisi ve yönetim hakkının hastanede olduğu, aralarında asıl iş veren alt iş veren ilişkisinin bulunduğu, davacı şirketin işçilerinin hastanenin tedavi yapılan servis ve poliklinikleri dahil olmak üzere bir çok bölümünde hasta bakım ve tedavi sürecinde istihdam edildiği, hastanenin servis ve poliklinikleri arasında hasta transferi, ameliyathane, filim ve röntgen vb. yerlere hastanın götürülmesi, hastanın hazırlanması, tıbbi araç ve gereç temini, hasta kabul kayıtlarının yapılması, tahlil numunelerinin takip işi ile ilgilendiği, esasen bu işlerin asıl işin bir bölümünü oluşturduğu, bilgisayara hasta kaydının yapılması hastaların şahsi verilerinin girilmesi, muhafazası gibi işlerinde asıl sağlık işinin bir parçası olduğu bu nedenle klasik anlamda yemek, güvenlik ve temizlik gibi yardımcı işler gibi değerlendirilemeyeceği, bu gibi işlemlerde talimat verme ve denetim yetkisinin tamamen hastanenin yetkisinde bulunduğu, bu nedenle davalı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca yapılan sağlık iş kolu tespitinin yerinde olduğu gerekçesiyle davacının iş kolu tespitinin iptaline yönelik davasının reddine karar verilmiştir.
D) Temyiz: Kararı davacı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe: 1- Dairemizce daha önce incelenen 2013-14400 Esas, 2013/34131 Karar sayılı ilamında aynı tespit kararına karşı Hizmet İş Sendikası tarafından açılan İstanbul 13. İş Mahkemesi 2012/484 Esas, 2013/498 Karar sayılı dosyasının bozma ilamında incelemeye konu dosyanın getirtilerek birleştirme hususunun değerlendirilmesi gerektiği açıklanmıştır.
2- Alt işverenlerin işyeri ya da işyerleri coğrafi olarak asıl işverenin işyeri içinde yer alsa bile hukuken ayrı işyeri ya da işyerleri niteliğindedir. Alt işveren, asıl işverenden ayrı olarak işveren sıfatına sahiptir. Alt işveren işyeri ya da işyerleri için yapılacak işkolu tespitinin asıl işverenin işyeri ya da işyerlerinden bağımsız yapılması gerektiği açıktır. Mahkemece yetersiz bilirkişi raporuna göre davacı şirketin hizmet alım sözleşmeleri kapsamında işyerlerinde yaptığı tüm işlerin sağlık işkoluna giren işlere yardımcı iş olarak kabul edilip davanın reddedilmesi hatalıdır.
Davacı şirketin ihaleyle iş aldığı hastanelerde çalıştırdığı işçilerin hangi adla çalıştırılırsa çalıştırılsın doğrudan sağlık işkoluna giren işleri yaptıkları da iddia edilmektedir. Bu sebeple işçilerin fiilen yaptıkları işin belirlenmesi noktasında, uyuşmazlık konusu işkollarında yapılan işler bakımından uzman bilirkişilerle işyerlerinde keşif yapılmalı ve bilirkişilerden rapor alınmalıdır.
Ağırlıklı iş belirlenirken de işçilerin hangi işleri yaptıkları, birden fazla iş yapılıyorsa işçilere göre istatistiksel verilerin nasıl olduğu, bir işçi birden fazla iş yapıyorsa ayrı ayrı zamanının ne kadarını söz konusu işlere ayırdığı, yaptığı işler bakımından eğitim almasının gerekip gerekmediği, gerekiyorsa bu eğitimin verilip verilmediği, hizmet alım sözleşmeleri kapsamında çalışan alt işveren işçilerinin üstlenilen işleri yapmak için yeterli olup olmadıkları gibi kriterler dikkate alınmalıdır.
Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 13.02.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Mevcut Sözleşme ile İşyerindeki Çalışma Koşulları Arasında Farklılık Bulunması
T.C. YARGITAY
22.Hukuk Dairesi
Esas: 2014/153
Karar: 2014/6458
Karar Tarihi: 18.03.2014
Mevcut Sözleşme ile İşyerindeki Çalışma Koşulları Arasında Farklılık Bulunması
ÖZET: Olayda, taraflar arasındaki iş sözleşmesinde belirlenmiş olan çalışma şartı ile işyerindeki fiili uygulamadan kaynaklanan çalışma koşulları arasında çatışma bulunduğundan ve fiili uygulama ile oluşan çalışma koşullarının işçinin yararına olduğu anlaşıldığından, fiili uygulama ile belirlenen görevin geçerli olduğu kabul edilmelidir. İşyerinde, büro görevlisi olarak çalışan davacı işçinin temizlik işinde görevlendirilmesi üzerine, çalışma koşullarında esaslı nitelikte değişiklik yapıldığı gerekçesi ile gerçekleştirdiği feshin haklı nedene dayandığı sabittir. Saptanan bu durum karşısında kıdem tazminatı istemi yönünden davanın kabulü gerekirken reddine karar verilmesi isabetsizdir.
(1475 S. K. m. 14) (4857 S. K. m. 22, 24, 41)
Dava: Davacı, kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davacı ve davalı Karayolları Genel Müdürlüğü avukatları tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Karar: Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, asıl işveren olan davalı Karayolları Genel Müdürlüğüne ait işyerinde değişen alt işverenlere bağlı olarak Ocak 2004-12.01.2012 tarihleri arasında çalıştığını, iş sözleşmesinin başlangıcından itibaren işyerinde büro elemanı olarak çalıştırılmasına rağmen 12.01.2012 tarihinde temizlik işinde görevlendirildiğini, çalışma koşullarında esaslı nitelikte değişiklik içeren bu görevlendirmeyi kabul etmeyerek iş sözleşmesini 4857 sayılı İş Kanunu'nun 24/II-f bendi gereğince haklı nedenle feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile yıllık izin ücret alacağının tahsilini alacakları istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı Karayolları Genel Müdürlüğü vekili, müvekkili ile temizlik hizmet alımının devredildiği yüklenici firmalar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunmadığını, ihale makamı konumunda olan müvekkili aleyhine açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddi gerektiğini, işçi tarafından gerçekleştirilen feshin haklı nedene dayanmadığını beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı O... A.Ş. vekili, davacının müvekkil şirkette çalışmaya başladığı tarih olan 05.01.2011 tarihinden önceki çalışma süresinden sorumlu tutulamayacaklarını, davacı ile müvekkili arasında imzalanan iş sözleşmelerinde davacının yapacağı işin açıkça temizlik işi olduğunun belirtildiğini, davacının sözleşmede asli işi olarak belirlenen temizlik işinde görevlendirilmesinin çalışma koşullarında esaslı değişiklik olarak kabul edilmeyeceğini ve feshin haklı nedene dayanmadığını savunmuştur.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle kıdem tazminatı isteminin reddine yıllık izin ücret alacağı talebi yönünden ise davanın kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davacı ve davalı Karayolları Genel Müdürlüğü vekilleri temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Davacının temyiz itirazları yönünden; taraflar arasında uyuşmazlık çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
4857 sayılı Kanun'un 22. maddesindeki, <işveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir> şeklindeki düzenleme, çalışma koşullarındaki değişikliğin normatif dayanağını oluşturur.
İş ilişkisinden kaynaklanan ve işin yerine getirilmesinde tabi olunan hak ve borçların tümü, <çalışma koşulları> olarak değerlendirilmelidir.
Kanun'un 22. maddesinin ikinci fıkrasında, çalışma koşullarının, tarafların karşılıklı uzlaşmaları ile değiştirilmesinin her zaman mümkün olduğu kurala bağlanmıştır. Çalışma koşullarında değişiklik konusunda işçinin rızasının yazılı alınması yasa gereğidir. Aynı zamanda işverence değişiklik teklifinin de yazılı olarak yapılması gerekir. İşçi çalışma koşullarında yapılmak istenen değişikliği usulüne uygun biçimde yazılı olarak ve süresi içinde kabul ettiğinde, değişiklik sözleşmesi kurulmuş olur.
4857 sayılı Kanun'un 22. maddesinde, çalışma koşullarında esaslı değişiklik sebebiyle işçinin iş sözleşmesini haklı olarak feshedebileceği öngörülmemiştir. Bununla birlikte çalışma koşullarının değiştirilmesi aynı zamanda koşullarının uygulanmaması anlamına geldiğinden, aynı Kanun'un 24. maddesinin (II-f) bendinde belirtilen hal, işçinin haklı fesih nedenleri arasında sayılmıştır.
Somut olayda; her ne kadar taraflar arasındaki iş sözleşmesi ve görev tanımında davacının temizlik işçisi belirtilmiş ise de; davacı işçinin asıl işverene ait işyerinde çalışma süresinin başlangıcından itibaren büro elemanı olarak çalıştırıldığı tanık beyanları ile sabittir.
Davalı Karayolları Genel Müdürlüğü ile değişen alt işverenler arasında imzalanan hizmet alım sözleşmelerinde, sözleşme konusunun hizmet binalarının genel temizliği ile birimler arası evrak ve demirbaş taşıma hizmet alımı işi olarak belirtilmiş olması nedeni ile alt işveren işçisi olarak işe alınan işçilerin iş sözleşmelerinde görevlerinin temizlik işçisi olarak tanımlandığı, ancak fiili olarak temizlik işlerinde çalıştırılmadıkları anlaşılmaktadır.
Toplu ya da bireysel iş sözleşmesi, personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ile işyeri uygulamasından doğan işçi ve işveren ilişkilerinin bütünü, çalışma koşulları olarak değerlendirilmelidir. Kanunda mutlak emredici herhangi bir hüküm bulunmaması şartıyla, çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar arasında çatışma olması durumunda, işçinin yararına olan düzenleme ya da uygulamanın, çalışma koşulunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu durumda somut uyuşmazlık açısından, taraflar arasındaki iş sözleşmesinde belirlenmiş olan çalışma şartı ile işyerindeki fiili uygulamadan kaynaklanan çalışma koşulları arasında çatışma bulunduğundan ve fiili uygulama ile oluşan çalışma koşullarının işçinin yararına olduğu anlaşıldığından, fiili uygulama ile belirlenen görevin geçerli olduğu kabul edilmelidir. İşyerinde, büro görevlisi olarak çalışan davacı işçinin temizlik işinde görevlendirilmesi üzerine, çalışma koşullarında esaslı nitelikte değişiklik yapıldığı gerekçesi ile gerçekleştirdiği feshin haklı nedene dayandığı sabittir. Saptanan bu durum karşısında ve yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulduğunda, kıdem tazminatı istemi yönünden davanın kabulü gerekirken reddine karar verilmesi isabetsizdir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 18.03.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Sendika Yetkisinin Tespiti İstemi
T.C. YARGITAY
22.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/25218
Karar: 2013/22803
Karar Tarihi: 30.10.2013
Sendika Yetkisinin Tespiti İstemi
ÖZET: Davacının yetki başvurusu .. tarihli olup, 6356 sayılı Kanun gereğince yetki başvurusu 2822 sayılı Kanun’a göre sonuçlandırılacaktır. Şu halde Kanun yürürlüğe girmeden önce başlamış bir yetki süreci bulunduğundan 6356 sayılı Kanun’un mevcut uyuşmazlık da uygulanması mümkün değildir.
(6356 S. K. m. 5, 43, Geç. m. 6) (5510 S. K. Ek. m. 1)
Dava ve Karar: Davacı, Basın-İş Sendikası tarafından Karşıyaka 1. İş Mahkemesi 2012/200 esas sayılı dosyasında istenen iş kolu tespitine ilişkin davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini iddia ile davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. Bulut tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının AOSB Çiğli/İzmir adresindeki işyerinde davalı sendikanın çoğunluğu sağladığının bildirildiğini, bakanlıkça yapılan tespitin yanlış olduğunu, sendikanın çoğunluğu sağlayamadığını, TİS yapma yetkisinin bulunmadığını, Basın-İş Sendikası tarafından Karşıyaka 1. İş Mahkemesi 2012/200 esas sayılı dosyasında istenen iş kolu tespitine ilişkin davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini iddia ile davanın kabulünü talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı bakanlık vekili, hak düşürücü süre ve zamanaşımı definde bulunduklarını, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 5/2. maddesinde iş kolu tespitine ilişkin davaların yetki süresi içerisinde başlaması halinde bekletici mesele olarak yapılamayacağını, aynı Kanun’un 5/3. maddesinde iş kolu değişikliğinin yürürlükteki toplu iş sözleşmesini etkilemeyeceğinin düzenlediğini, diğer davalı sendikanın davacıya ait işyerinde 21.2.2012 tarihi itibariyle yetki tespitinde bulunması sebebiyle 5838 sayılı Kanun'un 5 ve 6. maddeleri ile 5510 sayılı Kanun'un ek 1. maddesine eklenen fıkra gereğince Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan sigortalı bildirimleri doğrultusunda başvuru itibariyle 174 işçinin çalıştığı, bunlardan 92 işçinin diğer davalı sendikaya üye olduğunun tespit edildiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.
Davalı sendika vekili; işkolu tespitine itiraz davasının, 6356 sayılı Kanun'un 5. maddesi kapsamında bekletici mesele yapılmaması gerektiğini, bakanlık tespit kararının yerinde olduğunu, davacının toplu iş sözleşmesi prosedürlerini uzatmak için somut delil ibrazında bulunmadan keyfi ve kötüniyetli olarak itiraz ettiğini, 6356 sayılı Kanun'un 43/3. maddesinde itirazların somut delillere dayanmaması halinde itirazın dinlenmeyeceğini amir kıldığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın süresinde açılmadığı, bakanlık tespitinin yerinde olduğu, işkolu tespitine itirazın bekletici mesele yapılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe: Dosyada çözümlenmesi gereken öncelikli problem işkolu tespitine itirazın bekletici mesele yapılıp yapılamayacağıdır. Bu noktada 6356 sayılı Kanun’un 5. maddesinin 2. fıkrasının zaman bakımından uygulanmasının tespiti gereklidir. Söz konusu hüküm Kanun yürürlüğe girdikten sonra yeni başlayan yetki süreçlerinde ortaya çıkan işkoluna ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanma kabiliyetine sahiptir. Davacının yetki başvurusu 21.02.2012 tarihli olup, 6356 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesi gereğince yetki başvurusu 2822 sayılı Kanun’a göre sonuçlandırılacaktır. Şu halde Kanun yürürlüğe girmeden önce başlamış bir yetki süreci bulunduğundan 6356 sayılı Kanun’un 5. maddesinin 2. fıkrası hükmün mevcut uyuşmazlık da uygulanması mümkün değildir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında işkolu tespitine itirazın bekletici mesele yapılmaması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 30.10.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Telafi Çalışması
T.C. YARGITAY
22.Hukuk Dairesi
Esas: 2013/25218
Karar: 2013/22803
Karar Tarihi: 30.10.2013
Sendika Yetkisinin Tespiti İstemi
ÖZET: Davacının yetki başvurusu .. tarihli olup, 6356 sayılı Kanun gereğince yetki başvurusu 2822 sayılı Kanun’a göre sonuçlandırılacaktır. Şu halde Kanun yürürlüğe girmeden önce başlamış bir yetki süreci bulunduğundan 6356 sayılı Kanun’un mevcut uyuşmazlık da uygulanması mümkün değildir.
(6356 S. K. m. 5, 43, Geç. m. 6) (5510 S. K. Ek. m. 1)
Dava ve Karar: Davacı, Basın-İş Sendikası tarafından Karşıyaka 1. İş Mahkemesi 2012/200 esas sayılı dosyasında istenen iş kolu tespitine ilişkin davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini iddia ile davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. Bulut tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının AOSB Çiğli/İzmir adresindeki işyerinde davalı sendikanın çoğunluğu sağladığının bildirildiğini, bakanlıkça yapılan tespitin yanlış olduğunu, sendikanın çoğunluğu sağlayamadığını, TİS yapma yetkisinin bulunmadığını, Basın-İş Sendikası tarafından Karşıyaka 1. İş Mahkemesi 2012/200 esas sayılı dosyasında istenen iş kolu tespitine ilişkin davanın bekletici mesele yapılması gerektiğini iddia ile davanın kabulünü talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı bakanlık vekili, hak düşürücü süre ve zamanaşımı definde bulunduklarını, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 5/2. maddesinde iş kolu tespitine ilişkin davaların yetki süresi içerisinde başlaması halinde bekletici mesele olarak yapılamayacağını, aynı Kanun’un 5/3. maddesinde iş kolu değişikliğinin yürürlükteki toplu iş sözleşmesini etkilemeyeceğinin düzenlediğini, diğer davalı sendikanın davacıya ait işyerinde 21.2.2012 tarihi itibariyle yetki tespitinde bulunması sebebiyle 5838 sayılı Kanun'un 5 ve 6. maddeleri ile 5510 sayılı Kanun'un ek 1. maddesine eklenen fıkra gereğince Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan sigortalı bildirimleri doğrultusunda başvuru itibariyle 174 işçinin çalıştığı, bunlardan 92 işçinin diğer davalı sendikaya üye olduğunun tespit edildiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.
Davalı sendika vekili; işkolu tespitine itiraz davasının, 6356 sayılı Kanun'un 5. maddesi kapsamında bekletici mesele yapılmaması gerektiğini, bakanlık tespit kararının yerinde olduğunu, davacının toplu iş sözleşmesi prosedürlerini uzatmak için somut delil ibrazında bulunmadan keyfi ve kötüniyetli olarak itiraz ettiğini, 6356 sayılı Kanun'un 43/3. maddesinde itirazların somut delillere dayanmaması halinde itirazın dinlenmeyeceğini amir kıldığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın süresinde açılmadığı, bakanlık tespitinin yerinde olduğu, işkolu tespitine itirazın bekletici mesele yapılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe: Dosyada çözümlenmesi gereken öncelikli problem işkolu tespitine itirazın bekletici mesele yapılıp yapılamayacağıdır. Bu noktada 6356 sayılı Kanun’un 5. maddesinin 2. fıkrasının zaman bakımından uygulanmasının tespiti gereklidir. Söz konusu hüküm Kanun yürürlüğe girdikten sonra yeni başlayan yetki süreçlerinde ortaya çıkan işkoluna ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanma kabiliyetine sahiptir. Davacının yetki başvurusu 21.02.2012 tarihli olup, 6356 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesi gereğince yetki başvurusu 2822 sayılı Kanun’a göre sonuçlandırılacaktır. Şu halde Kanun yürürlüğe girmeden önce başlamış bir yetki süreci bulunduğundan 6356 sayılı Kanun’un 5. maddesinin 2. fıkrası hükmün mevcut uyuşmazlık da uygulanması mümkün değildir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında işkolu tespitine itirazın bekletici mesele yapılmaması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 30.10.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Üst Düzey Yönetici Konumunda Çalışan İşçinin Durumu
T.C. YARGITAY
9.Hukuk Dairesi
Esas: 2007/27667
Karar: 2008/5298
Karar Tarihi: 17.03.2008
Telafi Çalışması
ÖZET: Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Dava konusu işyerinde haftanın beş günü çalışma yapıldığı Cumartesi günü akdi tatil, Pazar gününün ise hafta tatili olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Cumartesi günü dava konusu işyeri bakımından tatil günü olduğu gibi, telafi çalışması olduğu belirtilen çalışmanın da günde üç saatten fazla yapıldığı anlaşılmaktadır. Feshin haklı veya geçerli nedene dayandığını kabul etmek mümkün görülmemiştir.
(4857 S. K. m. 20, 64)
Dava: Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi .... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Karar: Davacı işçi, iş sözleşmesinin işverence geçerli neden olmadan feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücretinin belirlenmesini istemiştir.
Davalı işveren, davacının verilen görevi yerine getirmemesi nedeni ile iş sözleşmesinin haklı olarak feshedildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece işlerin azalması nedeniyle işlerin tatil edildiği, davalı işverenin iki aylık süre içinde telafi çalışması talep ettiği ve telafi çalışmasının Cumartesi yapılmasını istediği, dolayısıyla günlük çalışma süresi olan 11 saati aşmadığı, davacı da bir kısım arkadaşı ile telafi çalışmasına katılmak istemediği ve katılmadığı, dolayısıyla feshin geçerli nedene dayandığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu'nun 64.maddesine göre <zorunlu nedenlerle işin durması, ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi veya benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması veya tamamen tatil edilmesi ya da işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde, işveren iki ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir. Bu çalışmalar fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sayılmaz. Telafi çalışmaları, günlük en çok çalışma süresini aşmamak koşulu ile günde üç saatten fazla olamaz. Tatil günlerinde telafi çalışması yaptırılamaz>. Dosya içeriğine göre dava konusu işyerinde haftanın 5 günü çalışma yapıldığı Cumartesi günü akdi tatil, Pazar gününün ise hafta tatili olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Davalı işveren, piyasadaki döviz kurlarının ani dalgalanması ve buna bağlı olarak fiyat oluşmaması, sipariş alınamaması nedeniyle 2006 Haziran sonu ve Temmuz ayının ilk günlerinde işin tatil edilmesi zorunluluğunu doğurduğunu, bu nedenle müteakip aylarda Cumartesi günlerinde çalışma yapılacağını işçilere önceden duyurmuştur. Tanık anlatımlarına göre davacının birkaç Cumartesi günü 08.00-19.00 saatleri arasında çalıştıktan sonra 26.8.2006 Cumartesi gününde çalışmak istememiş ve iş sözleşmesi bu nedenle feshedilmiştir. Ancak Cumartesi günü dava konusu işyeri bakımından tatil günü olduğu gibi, telafi çalışması olduğu belirtilen çalışmanın da günde 3 saatten fazla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının çalışmak istememesi Yukarıda belirtilen hükümlere uygun düşmektedir. Mevcut olgulara göre feshin haklı veya geçerli nedene dayandığını kabul etmek mümkün görülmediğinden mahkemece davanın kabulü yerine yazılı şekilde reddi hatalı olmuştur.
Belirtilen nedenlerle, 4857 sayılı İş Kanunun 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda belirtilen nedenlerle;
1- .... 4.İş Mahkemesinin 18.5.2007 gün ve .... sayılı kararının bozularak ortadan kaldırılmasına
2- İşverence yapılan feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine,
3- Davacının yasal sürede işe başvurmasına rağmen, işverenin süresi içinde işe başlatmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının fesih nedeni ve kıdemi dikkate alınarak 4 aylık ücreti olarak belirlenmesine,
4- Davacının işe iade için işverene süresi içinde başvurması halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok dört aylık ücret ve diğer haklarının davacıya ödenmesi gerektiğinin belirlenmesine, davacının işe başlatılması halinde varsa ödenen ihbar ve kıdem tazminatının bu alacaktan mahsubuna,
5- Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
6- Davacı vekille temsil edildiğinden, karar tarihinde yürürlükte olan tarifeye göre .... YTL. vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
7- Davacı tarafından yapılan .... YTL yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
8- Peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, kesin olarak, oybirliği ile 17.03.2008 tarihinde karar verildi.
Yabancı Bayraklı Gemide Çalışan İşçilerin İşçilik Alacakları
T.C. YARGITAY
7.Hukuk Dairesi
Esas: 2014/851
Karar: 2014/5055
Karar Tarihi: 04.03.2014
Üst Düzey Yönetici Konumunda Çalışan İşçinin Durumu
ÖZET: Yönetici olarak çalışan davacı işçiye başkaca bir amir, şirketin yöneticisi, yönetim kurulu üyesi vb. tarafından fazla çalışma yapması, tatil günlerinde çalışması yönünde bir talimatın verilip verilmediği, davacının mesai saatlerini ve günlerini kendisinin belirleyip belirlemediği tespit edilmelidir. Bu nedenle eğer var ise davalı şirkete ait organizasyon şeması, davacının yetki ve sorumluluklarını gösterir görev tanımına dair belgeler, iş yerindeki çalışma düzenini gösterir talimatname, yönetmelik, mesai çizelgeleri vb belgeler getirtilmeli ve terminal müdürü olarak çalışan davacının işyerindeki konumu tam olarak tespit edilmelidir. Anılan belgelere ulaşılmaması veyahut bu belgelerden kesin bir sonuca varılamaması halinde ise tekrar tanık ifadelerine başvurularak davacının çalışma saatlerini ve günlerini kendisinin belirleyip belirlemediği şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya konmalıdır. İşyerindeki çalışma düzeni hakkında yeterli bilgi içermeyen tanık ifadelerine dayanılarak eksik araştırma ile karar verilmesi isabetsiz olup bozma nedenidir.
(4857 S. K. m. 41, 46, 47)
Dava: Taraflar arasındaki dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, duruşma için tebliğ edilen 04.03.2014 günü belirlenen saatte temyiz eden davalı Aves Depoculuk ve Antrepoculuk Hizm. A.Ş. vekili Av. Z. Ü. ve karşı taraftan davacı Ö. B. vekili Av. O. K. G. geldiler, gelenlerin huzuru ile duruşmaya başlandı. Duruşmada hazır bulunan tarafların sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyadaki belgeler incelendi, gereği görüşüldü:
Karar: 1- Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine.
2- Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirkete ait işyerinde çalışırken iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini, kıdem ve ihbar tazminatının ödenmediğini, ayrıca fazla mesai yapıp milli bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia ederek kıdem tazminatı ile bazı işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, şirketçe kesinlikle yasaklanmasına rağmen E. ve K. isimli işçilerin davacının talimatı ile kullandığı araca kara transferinden getirtilen mazotu koyduklarını, davacının da bunu gönderdiği mail ile kabul ettiğini, davacının işyerindeki ve meslekteki kıdemi dikkate alındığında gümrüklenmemiş yani millileştirilmemiş bu yakıtın gerekli izinler alınmadan kullanılamayacağını bilmesi gerektiğini, kaldı ki aldığı eğitimlerle bunu bildiğini buna rağmen işyeri kurallarına aykırı davranıp doğruluk ve bağlılık ve sadakatle bağdaşmayan davranışlarda bulunarak işverenin güvenini kötü kullandığından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini, davacının üst düzey yönetici olup mesai saatlerini kendisinin belirlediğini, ayrıca imzalanan sözleşmeye göre bu çalışmaların ücrete dahil olduğunun kararlaştırıldığını beyan ederek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayanmadığı, kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı, bilirkişi raporunda hesap edilen alacaklarının bulunduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Fazla mesai ve milli bayram-genel tatil çalışma ücreti ile ilgili taraflar arasında ihtilaf bulunmaktadır.
İşyerinde üst düzey yönetici konumunda çalışan işçi, görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda, ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanamaz. Bununla birlikte üst düzey yönetici konumunda olan işçiye aynı yerde görev ve talimat veren bir başka yönetici ya da şirket ortağı bulunması halinde, işçinin çalışma gün ve saatlerini kendisinin belirlediğinden söz edilemeyeceğinden, yasal sınırlamaları aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti talep hakkı doğar. O halde üst düzey yönetici bakımından şirketin yöneticisi veya yönetim kurulu üyesi tarafından fazla çalışma yapması yönünde bir talimatın verilip verilmediğinin de araştırılması gerekir. İşyerinde yüksek ücret alarak görev yapan üst düzey yöneticiye işveren tarafından fazla çalışma yapması yönünde açık bir talimat verilmemişse, görevinin gereği gibi yerine getirilmesi noktasında kendisinin belirlediği çalışma saatleri sebebiyle fazla çalışma ücreti talep edemeyeceği kabul edilmelidir.
Somut olayda davacının terminal müdürü olarak çalıştığı, kendisine bağlı çok sayıda işçi olduğu anlaşılmaktadır. Fesih tarihindeki ücreti ise brüt 16.121,53 TL olup oldukça yüksektir.
Bu bakımdan yönetici olarak çalışan davacı işçiye başkaca bir amir, şirketin yöneticisi, yönetim kurulu üyesi vb. tarafından fazla çalışma yapması, tatil günlerinde çalışması yönünde bir talimatın verilip verilmediği, davacının mesai saatlerini ve günlerini kendisinin belirleyip belirlemediği tespit edilmelidir. Bu nedenle eğer var ise davalı şirkete ait organizasyon şeması, davacının yetki ve sorumluluklarını gösterir görev tanımına dair belgeler, iş yerindeki çalışma düzenini gösterir talimatname, yönetmelik, mesai çizelgeleri vb belgeler getirtilmeli ve terminal müdürü olarak çalışan davacının işyerindeki konumu tam olarak tespit edilmelidir. Anılan belgelere ulaşılmaması veyahut bu belgelerden kesin bir sonuca varılamaması halinde ise tekrar tanık ifadelerine başvurularak davacının çalışma saatlerini ve günlerini kendisinin belirleyip belirlemediği şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya konmalıdır. İşyerindeki çalışma düzeni hakkında yeterli bilgi içermeyen tanık ifadelerine dayanılarak eksik araştırma ile karar verilmesi isabetsiz olup bozma nedenidir.
Kabule göre de, davacı yararına tanık anlatımlarına göre dini bayramların 1. günü dışındaki tatiller için 21.07.2007-25.05.2012 tarihleri arasındaki dönem bakımından milli bayram ve genel tatil ücreti hesap edilmiş, hakkaniyet indirimi yapılarak mahkemece alacak hüküm altına alınmış ise de, davacı ile davalı şirket arasında yapılan iş sözleşmesinde milli bayram ve genel tatil günlerinde yapılacak çalışmalara ait ücretin kararlaştırılan aylık ücrete dahil olduğunun yazılı olması nedeni ile tıpkı fazla mesaide olduğu gibi davacının davalı şirkette çalıştığı dönem için milli bayram ve genel tatil çalışma ücreti hesap edilmemesi gerekirken davalı şirketteki çalışma dönemini de kapsayacak şekilde alacak hesabı yapılması hatalı olmuştur.
O halde davalı vekilinin bu yönlere ilişkin temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenlerle BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında kendisini vekille temsil ettiren davalı taraf yararına takdir olunan 1.100,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 04.03.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.